CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

YUFKACI

Avukat Mevlüt Bey  eve iş götürünce laf olmuyor , bizim yufkacı eve iş götürünce hadise çıkıyor ! 

Yufkacıyı  geçen gün yolda, karşı kaldırımda gördüm.

Bir elinde oklava , bir elinde hamur  eve iş götürüyordu.

Yamuk kafasında bir kaç yara bantı vardı.   “ Hayrola, noldu? Kafandaki yaralar nedir? “ diyecek kadar yakında olmadığımdan bir şey soramadım. 

O da, bir ara duraklayıp pel pel bana baktı, bir şey demeden  geçip gitti...

Aradan  bir zaman daha  geçti… 

Geçen gün  ihtiyaç  hasıl olunca bastım  aşağı , yürüdüm.

Yanılmamışım. Baktım caddenin sol köşesindeki  yufkacının ışıkları  yanıyor. 

“Bak bu iyi”  dedim kendi kendime .

Kapı kilitli değildi.  İçeri girerken bir kaç çıngırak çınladı.

Vitrinli dolabın üzerindeki tarhanalar , mantılar, erişteler,  süt paketleri, yumurtalar, kremalar  oldukları yerde  sessiz sakindiler…

İçeriye  ;  “Neredesin yufkacı ? “ diye seslendim.

Yufkacı  elindeki oklavayla tezgahın ardında belirdi. Kolları  yufka açmaktan   tabanca çekmeye hazır  kovboyun kolları gibi  içeri girdi.  

Söylemesi ayıp Yufkacının boyu bir karış, kafası  yamuktu.  “ Ne iş yapıyorsun yufkacı?” diye sormama gerek yoktu.  Başındaki yara bere izini sordum mahsustan ;   “Düştün mü “ dedim.

Yufkacı ,  yalan söyledi;  “ Merdivenden düştüm “  dedi. 

İsmini vermeyeyim ; yufkacının  yakın  çevresinden biri bana  “hadise”yi  anlattı. 

Dediğine  göre , bir gece yufkacı  kendi kendine bir karar almış. Artık  gece on ikiden sonra  eve iş götürmeye karar vermiş ve kararını uygulamaya koymuş. 

Bu iş  artık  hayatının bir anlamı olmuş. Eline aldığı hamurları mıncıklayıp şekil verip oklavalamaktan, hamurların üzerine un eleyip yufka açmaktan mutluluk duyuyormuş.

Karısı ise bundan nefret ediyormuş.  

Önce iyilikle “ Herif yeter, herif yeter !       Her tarafı un ettin. Rica ederim eve iş  getirme”  demiş. 

Yufkacı karısına “ Peki Raziyeciğim  , getirmem. Söz.” demiş ise  de atalarımızın dediği gibi  huylu huyundan vazgeçmez. 

Yufkacı eve iş götürmeye, karısı da dırdır etmeye devam etmiş .

Üstelik salondaki masada  yufka açıp “ Dam üstünde un eler,  tombul  tombul memeler“ türküsü eşliğinde , sigara kağıdı inceliğindeki  yufkalar açması,  oklavada  bunları   havada şaklatması  onu çileden çıkarıyormuş. 

Mutlu günler çabuk geçer...

Gecelerden  bir gece saat perşembeyi  mübarek Cuma’ya bağlayan  gecede ,  on iki sularında gümüşten bir tepsi gibi dolunay , bir bahçenin çimleri arasına çıtır çıtır  inerken ,  Raziye Hanım ,  ciddi bir sinir  krizi geçirip  kocasının elindeki oklavayı  kaptığı gibi, herifinin  kafasına koluna , sırtına ; artık neresine rast gelirse vurmaya başlamış;  “Dert sokasıca herif  , hem etrafı un ediyor hem de halının üstüne un eliyorsun!” 

Yediği darbelerden nefesi kesilen  yufkacı, kan revan içinde soluğu sağlık ocağında almış.

Ufak bir pansumandan sonra iş yerine geçmiş. Kaderden gelene razılık gösterip  bir şey olmamış gibi    işine   devam etmiş. 

Bu hadise üzerine  eviyle irtibatını kesmiş.  

Dükkanda  yatıp kalkmaya başlamış.  

İşte böyle ; geceydi, saat yirmiiki sularındaydı. Yufka için yola çıkmıştım. “Düştüm “diyerek yalan söylemişti.

 Yufkacı, gece   başına buyruk  yufka açıyordu.

Ak gömleği, ak pantolonu, ak  peştamalıyla önümde zuhur etti. Saçı sakalı, üstü başı  külliyen una batmıştı. Bir çift kara gözlerini dikkatle üzerime dikti. Bakışları  kara delik kadar karaydı. 

Ürperdim. Sır dolu, insanı esir etmeye çalışan  tehlikeli  bakışlardı bunlar. 

“ Babadan kalma bir evim var, emekliyim iki oğlum bir kızım var, dedi. 

Ya sen ? dedi. Ben de  “ He ya , ben de sigortalıyım, dedim.

Göbeğime baktı;  “Rahatlıktan , göbek yapmışsın “dedi. He ya ! dedim. Göbeğimin derdi onu germişti. 

Ben , “İşsizlikten,” dedim.

 Mahsustan takıldım; “ Usta,  beni yanına çırak al? “ dedim.

Birden bire irkildi. Gözlerinin karası daha bir karararak ;“ Alamam, iş yok !”dedi. Güldüm.

Demek ki yufkacı benden önce ciddi  bir çırak adayıyla muhatap olmuş, muhtemelen ülkede yaşanan ekonomik krizi bahane ederek bir çok  çıraklık  teklifini  geri çevirmişti. 

Kulağıma eğilip bir sır verdi. Elindeki yufka hamurları üretim fazlasıymış. Canı sıkılmasın diye elindeki  hamuru yufka yapıyor, yufkayı tekrar hamura çevirip duruyormuş...

Kollarına baktım. Gömleğinin kollarını yukarıya sıyırmıştı. Boyuna baktım bir karış...

 Pazuları çalışmaktan  sırım gibi. Sağ bileğine   pehlivanlara mahsus  kara bir pazubent bağlamıştı.  

Geçelim...

Yufkacı iki adet yufkayı   bir kağıda sarıp uzattı. “ Dört lira !” dedi.

“ İnsafın kurusun yufkacı !  Una, suya da mi dolar dokundu? “ diyecektim,  boş verdim; vazgeçtim. 

Yufkacı yufka başına yirmi kuruş zam yapmıştı.

Ben de eve gidip  bu önemli mesele hakkında  üretim fazlası bu yazıyı yazdım.

 

<