CEMAL KARABAŞ

CEMAL KARABAŞ

ZİFİRİ SİYAH BİR KADIN

Korkunç zifiri karanlık  saçlarına baka baka Harem’e doğru yürüdüm. Sol köşedeki nalburun    kapısı kapalı...

Açık bulutsuz gözlerini gözlerime dikince ürperdim.

Çapkınca sırtına attığı katran koyusu kapkaranlık montu üzerinden  ince  zayıf ışıltılı yüzünü hafifçe bana doğru çevirdi. Daha doğrusu şöyle bir   gülümsedi. 

Bundan, endişelendim. Erbabı bilir ; bu bakışlar  bu korkunç bir taarruzun başlangıcı olabilir.

Parmaklarına baktım, yüzük yoktu. Dul ya da bekardı!..

Gözlerine  far çekmiş, hafif makyajlıydı. Bence yaşı ellisi ile atmışı arası bir şeydi.

Kimdi bu siyahlı kadın?

Su-i zanda bulunmak istemem ama son derece rahat bir havası var kadının . 

Akşamları Kadıköy tarafından geldiğine, elinde gayet şık bir çantası olduğuna göre bence bu kadın  bir eğlence yerinden geliyor . 

Yırtık pırtık kapkara entarisi ancak gece kulüplerinde kabul görür. Konsomatrist olduğundan şüpheliyim mesela. Pek ala bir gece kulübünde bir iki saat  program yapan dansçı da olabilir...

Ancak bu tahminimde isabet olmayabilir. Çünkü  onu,  uzun topuklu kapkara uzun çizmesi, yırtık etekleriyle kapkara küçük montuyla hemen ayni saatte , aksam yedi ila sekiz arası semt marketinde görürüm. Kadıncağız elinde sebze  poşetiyle evine gider. 

Hani şu karşı apartmandaki genç kız için çekincem yoktur. Bu kızcağız, sabah saat dört sularında özel bir taksi ile bir takım alemci tipler tarafından  bina önüne bırakılır.

Her gün merak ediyorum, karalara bürünmüş bu kadın kim? Hani cami yıkılmış mihrabı yerinde kalmış bu kadın kim? 

İlhan’a mı sorsam?...

Maazallah  sorsam ;  gene lafın anasını ağlatır.  Şaşıyorum bu adamın her şeyden haberi,  fikri var . Konuşsa bu hususta  söylediklerinin zaman açısından  maliyeti en azından bir saati bulur. Yorgunum. En iyisi sormayayım...

Eve alt sokaktan  yürüdüm. Şair N sokağından sola doğru  dönecektim ki, siyahlı kadını sokağın alt köşesinde  beş katlı gösterişsiz bir apartmanın kapısından içeri doğru  girerken gördüm. 

Arada bir kaç yüz metre vardı. Bak hele o  da beni gördü. Boşuna değil; kalp kalbe karşıymış derler ...

Benim bulunduğum  tarafa bakınca durakladım. 

Tam o sırada tatlı portakal ağaçları sahip oldukları evlerle dışarıya doğru sallandılar. Ihlamur ağaçları mis gibi koktu.

Suratımı Harem tarafından serin bir hava akımı yaladı. Cenazeye geç kalmış  bir martı çığlık çığlığa Karacaahmet’e doğru kanat çırptı.

Meçhul siyahlı kadının apartmanının önünde yavaşladım. Apartmanın yarı açık kapısından  yorucu dik merdivenlerini gördüm. Binanın  asansörü yoktu!..

Düşüne düşüne sokağın üst başındaki eve geldim. Beş katlı apartmanımızın avlusu her zaman kedi oynaşlarına sahne olur...Aylardan nisandı, sular kararıyordu..

Apartmandan içeri girdim. Kulaklarımda Üsküdar rıhtımında genç  bir şarkıcı grubunun,  Elvis Prestley'den çaldığı “Blue sueda shoes” in sözleri çınlıyor: 

“Mavi süet kunduramın üzerine basma / Herşeyi yapabilirsin ama benim mavi süet kunduramı rahat bırak... “

<