Zor anlardı
Genç bir gazeteciydim. Kendimi gazeteci sanıyordum. Yıllarca yer altı basını hükmündeki, dini ana malzeme yapan, gazetelerde çalışmıştım. Merkez basınında çalışmam mümkün olmamıştı. Aradan tam 10 yıl geçmişti.
Yine dini ana tema olarak ele alan insanlar haftalık bir gazete çıkaracaklardı. Ama gazetenin gizli hedefi din olmasına rağmen açık teması iktisat-ekonomi olacaktı. Orada röportajlar yapıyor, köşe yazısı yazıyordum.
Xxxx
Profesör Doktor Recep Doksat ile bir görüşme ayarladım. Aile içindeki cinsel tacizler çok gündemdeydi. Türkiye’de bir hastalık var. Hiç tedavi edilemedi. Zaten hastalık olarak algılanması bile mümkün olmadı. Bir konuya odaklanma, o konuda düşünce üretme ve hayatın başka her alanını üç-beş gün için yok sayma hastalığı. Siyasetçiler bu hastalığın farkında ama, onlar da hastalığı tedavi etmek yerine, kullanmayı tercih ediyorlar.
Türkiye’nin meselesi tırafik kazaları, boğulmalar, yangınlar, sel baskınları, toprak kaymaları, ulaşımın kördüğüm oluşu, deprem, rejim tehlikede, Atatürk çok büyük adamdı, Kurtuluş savaşı, kuvayı milliye, ittihat terakkiciler kahramandı. Doğalgaz kullanımı-dışalımı zorlukları-faturası, hükümet kurulması, kimlerin bakan olması gerekirken, kimlerin bakan olduğu, hükümet basın savaşı ve güç gösterimleri, basının kendi arasındaki kavgalar.
Ama bütün bu konular üç-beş gün konuşulur, hiçbir karar alınmaz, bir arpa boyu ilerleme sağlanmaz. Tekrar tekrar gündeme geldiğinde aynı laflar tekrarlanır. İşte hayatımız böyle geçip heba olurken, merhum Recep Doksat ile aile içi cinsel taciz konusunda görüşmek için muayehanesindeydim.
Xxxx
Üniversite öğrencisiyim. Ukalayım. Her şeyi biliyorum. Türkiye’nin aydınıyım. Latince ve Fıransızca yanında Arapça da biliyorum. İlk sorum görüşmeyi bitirdi.
-Hocam Türkiye’de ensest yayılıyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
-Neden ensest dediniz, kimse anlamasın diye mi, o zaman neden konuşuyoruz? Aile içi cinsel taciz demek varken ve herkesin anlaması mümkünken neden Türkçe olmayan bir kelimeyle karşıma çıkıyorsunuz?
Odada buz gibi bir hava. Ben ağır bir darbe ile yerle bir.
Efendim, siz hocasınız ben üniversite öğrencisi. Ben yanlış yapacağım siz bana öğreteceksiniz. Teşekkür ederim dedim. Hava tekrar ısındı ve yüzünde bir tebessüm oluşan Doksat hocayla çok güzel bir mülakat gerçekleştirdim.
Bir başka hafta ise Purofesör Adnan Ziyalar ile pisikotrop ilaçlar görüşmesi yapıyordum.
Adnan bey de ‘görüşme bitmiştir’ dedi. Onu da ikna ettim. Yeşil reçeteyle satılan ilaçların uyuşturucu olduğu kanaati yaygındı. Hoca buna çok kızdı. ‘Pisikotrop ilaçlar uyuşturucu değildir’ dedi.
Ona da aynı numarayı çektim elbette.
-Hocam ben üniversite öğrencisiyim, siz hocasının bana yanlışlarımı elbette siz düzelttireceksiniz.
Onunla da gazetede tam bir sayfa görüşme notlarım yayınlandı.
Xxxx
Bir başka röportajımı da Türk-Libya Dostluk Derneği Başkanı Purofesöe Doktor Nevzat Yalçıntaş ile yapmıştım. Yalçıntaş Yazıişleri Müdürü olduğum gazetenin yazarıydı. Çok mültefit bir insandı. Ama bu defa pot kırmamaya özen gösterdim. Görüşeceğim konuyu ve konuşacağım kişiyi çok iyi etüt ederek görüşmelere gidiyordum. O yönde bir eksiğim yoktu. Ama nezaket meselesinde topaldım. Aradan yıllar geçti. Tecrübeli bir gazeteci olduk.
Xxxx
Başka başka gazetelerde, dini ana malzeme olarak kullanmayan gazetelerde de çalıştım. Sonhavadis, Takvim, Ayyıldız, Tercüman gibi gazetelerde çok farklı ortam ve şartlarda çalıştım. Görgüm ve bilgim arttı. Yeni insanlar tanıdım. Ama asıl merkez basınıyla ilişkim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyeliğimden kaynaklandı. 1998 yılında 23 yıl fiilen çalıştıktan sonra cemiyetçiliğe, stk’cılığa başladım. Edebiyatçılarla, yazarlarla, şairlerle, düşünürlerle, rejimden, hükümetten beslenenlerle tanıştım. İnsanları daha çok tanıdım. Menfeatin, çıkarın, dünya ikbalinin delikanlıyı nasıl bozduğunu izledim. Zaman oldu insanlardan iğrendim.