Osman Güvenir

Osman Güvenir

ZÜLÂL KARLIOVA'NIN SON RENKLERİ

     Ülkemizin yetiştirdiği ressam Zülal Karlıova’nın AKM’deki son sergisini herhalde izlemişsinizdir.  Şayet izlemişseniz, onun son sergisi ile bir önceki sergisi arasındaki farklılıkları da görmüşsünüzdür.

Zülâl Karlıova’nın resimlerindeki kıyaslamam tematik anlamdadır esasında.  Soyut bir anlayışla tuvale aktardığı bir önceki sergisinde balıklar hakimdi.  Bu sergisindeki tablolarda ise kuşlar hakimdi.  Sadece Karlıova’nın bütün sergilerini ve bütün tablolarının renklerini ve biçimsel olarak soyut figürlerini analiz ettiğimizde, “İşte bu tablolar da ressam Zülâl Karlıova’ya aittir” deriz.

Kendi kendini yetiştirmiş bir ressamın piyasaya çıkabilmesi için

Pastel ve camgöbeği yeşilinin her tonunu, siyah çizgilerle beslenen figürlerin zenginliğini, bir başka güzellik oluşturmuş sanatçının tablolarında. 

Hani derler ya...

 “Sen mektepli mi, yoksa alaylı mısın?” diye...

İşte o anlamda alaylı Zülâl Karlıova’nın pek çok mektepliyi cebinden çıkartacak kadar müthiş resimler çizdiğini ifade edebilirim.

Zülal Hanım’ın genlerinden olsa gerek ki, resimde bir ekol yaratmış ve renkler harmonisinde müthiş eserler ortaya koymuş.

Hemen hemen her tablosu, pek çok mekana uyum sağlayacak bir özelliğe sahiptir bana göre.  Örneğin sizin salonunuzdaki renkler maviyse, mutlaka herhangi bir tablosu o mekana uyabilir.  Veya sarı ile pastelin harmanlandığı çalışmada meydana çıkan bir başka tablosu da sarı veya pastelin hakim olduğu bir ortama uyabilir.  Bu bir özelliktir.

Resim veya sanat, gerçekte insanın genlerinden gelen bir yetenektir.  Şayet siz ille de tutturmuşsanız “Ben ressam olacağım” diye ve genlerinizde öyle bir cevher yoksa, ağzınızla kuş kapsanız, eğitimle oluşturacağınız resimler, bir yere kadar kabul görebilir, diye düşünüyorum.

Nedense “Mektapliler” her zaman “Alaylılara” hep tepeden bakmışlar veya onları küçümsemişlerdir.

Mekteplilerin en büyük özelliği,  “Ben filanın atölyesinden mezun oldum” demeleridir.  Akademik kariyerde bu böyle yorumlanır resim sanatında.  Birisinin atölyesinden mezun olmak...

Birisinin atölyesinden mezun olurken de, herhalde mezun olduğu atölyenin sanatçısından da birşeyler kapıp kendi resimlerini oluşturuyor.  Bu oluşumda bir etkileşim vardır bence.  Yani resimde birisinin etkisinde kalmak.

Alaylıların böyle birisinin atölyesinden mezun olma şansı olmadığı gibi, onlar bildikleri yolda yürürler ve “Beni olduğum gibi kabul etsin sanat dünyası ve resimlerimi izleyenler” derler.

Bazen düşünüyorum...  Hollandalı ünlü ressam Vincent Van Gogh mektepli miydi?  Veya Leonardo Da Vinci?  Daha dahaları var bu listeye dahil edeceğimiz.

16’dan 19’ncu yüzyıla kadar uzanan rönesansın izleri hala tuvallerde yankılanmaktadır.  O dönemlerin eserleri, hep nahif çalışmanın ürünüdürler.  Klasik giysiler içindeki kadınların uzun eteklerindeki parıltılar bile çok ince ve tahammül gerektiren bir çalışma ile hayat bulmuş.

Modern resim ise, geçen zaman sürecinde kendini göstermiş ve bazı ressamları hayli ünlendirmiştir.

Çoğu ressam nahir çalışmayı pek sevmez.  Kendilerine göre tuval üzerinde fırça ve bıçak darbeleri olmalıdır.  İşte o da bir ustalıktır esasında.  Zülâl Karlıova’nın eserlerinde o fırça ve bıçak darbelerini görmek mümkün.

Şu bizim Kıbrıscık var ya...

Ne kadar çok ressam, yazar, romancı ve tiyatro sanatçısı yetiştirmiş...

O bağlamda sanatın evrenselliği ilkesi içinde Zülâl Karlıova ve onun gibi alaylı ressamların da belki nesiller sonrasında daha da ünleneceklerini ve tablolarının bir hazine kadar değer kazanacağını ifade edebiliriz.

Kimi insan “Ben ressamım” deyip de çoğu insana hitap etmeyen o resimlere de saygılı olmak lazım.  Gerçekte sanat için var olan insanları alkışlamak gerekir.

Ben de Zülâl Karlıova’yı bu son sekizinci sergisinde izlediğim 66 tablosu için yürekten alkışlıyor ve başarılarının devamını diliyorum.  Bu dileyişle birlikte 9’ncu dergisinde hangi temayı işleyecek merak ediyorum.  Belki de insan figürlerini çalışacak bu ünlü sanatçımız. 

İşte sanat, işte iz bırakan ünlü ressam Zülâl Karlıova...

<