İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

AHLAK YÖNETMELİĞİ VE DEVLET AKLI

AHLAK YÖNETMELİĞİ VE DEVLET AKLI

2005 yılının 13 Nisan’ında Resmi Gazete’de, “Ahlak Yönetmeliği” yayınladı. Nedeni neydi? Acaba   o güne kadar ahlaksızlık meşru idi de önümü kesiliyordu. Yoksa ahlaklılık gösterilip ahlaksızlık mı perdeleniyordu? Üzerinde hiç durulmadı!

    Ahlakın (etik ilkenin) olmadığı yerde ne inanç, ne hukuk, ne eşitlik ve ne de demokrasiden söz edilir. Bundan dolayı yürürlüğe konan yönetmelik; ileri bir umut yaratabilirdi. Çünkü 1. madde ile kamu görevlilerine hitap ediyordu: “… görevlerin yerine getirilmesinde adalet, dürüstlük, saydamlık ve tarafsızlık ilkelerine zarar veren ve toplumda güvensizlik yaratan durumları ortadan kaldırmak suretiyle kamu yönetimine halkın güvenini arttırmak amacı…” güdülüyordu.

    Tarihsel süreç içinde kutsal kitapların ve özellikle İslam’ın da kutsadığı bu amaç; dini zorunluklar ötesinde çağdaş insanın kendi iradesiyle toplumsal barış için koyduğu hukuk ilkelerini oluşturur. Ne var ki söz konusu yönetmeliği yayınlayan hükümetin devrinde; tasarlanan ahlak dışı uygulamalara bir örtü olarak düzenlendiği ortaya çıktı.

     Daha işin başında, olası ahlak dışılığı mazur göstermek için, yönetmeliğin 9. maddesi örtü görevi görecek şekilde düzenlenmiş: “… Cumhurbaşkanı, TBMM üyeleri, Bakanlar kurulu üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, Üniversiteler ve Cumhurbaşkanı yardımcıları (2018 eklemesi)…” bu yönetmelik ilkeleri dışına çıkarılmıştır.

     Oysa 1. madde; “kamu görevlileri tüm eylem ve işlemlerinde yasallık, adalet, eşitlik ve dürüstlük ilkeleri doğrultusunda hareket ederler” diyor.

     Buna göre sorulacak soru şudur: 9. madede sıralananlar kamu görevlisi sayılmayacak mı ve “ahlak yönetmeliği” ilkelerinden muaf mı olacaklar? Yani bunlar “yasal, adil, eşit ve dürüst…” olmayacaklar mı?

    Yayın tarihinden bugüne yaşanan pratik; zorunda olmadıklarını; Türkiye Cumhuriyeti bir “dar’ül harp” görülerek yağma edildiğini göstermiştir.

    Nitekim rejim değiştiren referandum bile; oylamanın bitimine iki saat kala YSK’nun “geçersiz oylar geçerli kabul edilir” hükmüyle “atı alan Üsküdar’ı geçti.”

     “Milliyetçiliği ayağım altına aldım” dendiği gibi, Anayasa da defalarca ayak altına alındı.

    Yasa ve geleneğe aykırı olarak Başbakanlıktan istifa edilmeden Cumhurbaşkanı adayı olundu.

    Aynı nedenlerle seçimden önce görevlerini tarafsızlara bırakması gereken Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları; makamlarının bütün olanaklarını kullanarak kendilerine ve partilerine avantajlar sağladı.

    Kamu varlıklarını yandaşlara transfer etmek yağmasına örtü yaratmak için İhale Kanunu, ihtiyaç duyulduğu ölçüde, 190 kez değiştirildi.

    İşlenen yolsuzluk ve suçlar; Parlamentodaki çoğunluk marifetiyle, sonradan yapılan yasal düzenlemelerle legal hale getirildi.

    Anayasa ve yasalara uyulmayarak rektörler, Yargıtay ve Anayasa üyeleri atandı.

   Sayıştay raporları dikkate alınmadan bütçeler ibra ve kabul edildi.

   Demokrasilerin olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrılığı tek elde toplatıldı.

   Halen kuşkulu bulunan bir hain darbe bahanesiyle TBMM baypas edilerek KHK’ler ile yasama görevi ifa edildi. Bir bakıma hain darbecilerin yapmak istediği yerine getirildi. TSK, ME sistemi vb uygulamalarşa!..

   Yolsuzluklarla kanunsuzlukların gizlenmesi için her konu, “devlet sırrı” söylemiyle gizlendi.

   Muhalefet adam yerine konmayarak dikta uygulamasıyla demokratiklik, dürüstlük ve eşitlik yok edildi.

   Akşamdan sabaha milyonerler yaratıldı; halk enflasyon canavrının eline verildi.

   İktidar yakını tarikat ve vakıflar, devletin bütçesi ile yönetimine adeta ortak edildi. Alın teri mensupları ile emeklileri; ianeye muhtaç duruma düşürüldü.

   “Nas” denerek kutsal kitap istismar edildi; harama-helala gerçekten inananlar soyuldu.

   Devlet kurumları ile kamu görevlilerine duyulan güven yok düzeye getirildi.  

    “Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi.” Yeni bir Halet Efendi devri var edildi.

    Ne yazık ki bütün bunlar, “ahlak yönetmeliği” ile belirtilen “muaf” kamu görevlileri tarafından taammüden gerçekleştirildi. Adeta bir kaos devri koşulları yaratıldı.   

    Görüldü ki, inanç ilkelerinin de “haram” kıldığı iş ve eylemlerden korkmayanların, hukuk ilkelerinden hiç korkusu olmuyor! Demokrasilerde kamu görevlilerin “gözü ve kulağı” olarak kabul edilen “4. Güc” yürütme kılıcıyla sindirildi. Gerçek basın mensupları “istibdat” ilkelerine tabi tutularak demokratik muhalefet gibi susturuldu; antidemokratik anlayış ve uygulamaların doğallaştı!

                 *****

    Ahlak Yönetmeliğinin 1. maddesi, 9. maddesiyle fiilen geçersiz kılındığına göre; buna “devlet aklı” denebilir mi? Yani ahlaka, vicdana, hukuka, dürüstlüğe, saydamlığa ve demokratlığa aykırı olan bir akıl; “hikmet-i devlet” sayılabilir mi?

    Amma bir “hikmet-i hükümet” olduğundan şüphe yoktur.

    Hukuk, adalet, eşitlik, dürüstlük, güvenlik sağlamak; devletin var olmak nedenidir. Bu görevi ifa ederken kimi istisnalara zorunluk duyması; etik ilkelerin çiğnenmesini gerektirmez. Adalet ilkelerinden her sapış; o devletin barbarlığının muz devleti oluşunun tescili olur. Örneğin devleti ulusal sınırlarını korumak için savaş zorunluğu duyabilir. Ama bu zorunlukta kimi vatandaşları istisna\muaf tutamaz. Ya da bir kamu görevi ifa ederken, kimi vatandaşları bundan yoksun tutamaz. Bunun gibi; kamu hizmeti yürütmek için gereksindiği vergiyi, kendi sevdiklerinden almamazlık edemez. Tarh edilenden “muaf” tutamaz. Yurttaşın ekonomik gücünün katlarınca maaş alamaz, israf yapamaz.

     Tasada ve kıvançta bir ve bütün olmanın koşulu da adil, dürüst ve eşit olmak ilkelerinin gerçekleşmesidir. Özellikle ulusal gelirin ve ulusal gider yükünün hakça paylaşılmasıyla gerçekleşir. İş bulmakta, adalet ve eğitime ulaşmakta, temel hak ve özgürlükleri yaşamakta eşitlik sağlamayan bir devlet, ömürlü olamaz. Devleti yağma mantığıyla yöneten bir iktidarların, er geç felakete yol açması da kaçınılmaz olur. Osmanlı İmparatorluğu, bu konuda en büyük ibrettir.

    Her devletin, özellikle çağdaş ve sosyal hukuk devletinin hikmeti; bu koşullardan uzak durmak anlayışıdır. Bu anlayışa aykırı her hükümet yönetimi, hikmet-i devlet dışındadır. Bir sömürgeci yönetim anlayışında olandır.

     Zira o tür yönetim veya yöneten; milli bütçeyi ve resmi makamları peşkeş çeker. Cehaleti “feraset” sayarak kutsar. Hukukla değil, kanunla (copla) yönetmeye çalışır ve yandaşı “köşe” eder. Fikir ve söz özgürlüğünü kısıtlar, yolsuzlukları gizler. Yurttaşın değil kendisiyle yandaşlarının çıkarlarına özen gösterir, nepotist davranır. Açık rejimden sapar, denetimden hoşlanmaz. Özgür ve eşit bireyi değil, edilgen ve muti bir kişilik yaratmayı; ulus değil ümmet toplumu ister. Bunun için ekonomik piramitin sosyal sınıflarını, tepedeki azınlığın çıkarı uğruna dibe çöktürür. 

      Böylesi koşullarda “bilgi\hikmet” yerine “cehl” ile bilediği “kindar ve dindar” biatcılarla saltanat sürdürür.   

          *****

      Kuşkusuzu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aklı; yani hikmet-i devlet; “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesidir. Toplumsal refahın, ancak barışçıl ve eşitlikçi koşullarda gerçekleşeceği inancıdır. Bunun için “komşu komşunun külüne muhtaçtır” özdeyişiyle; zorunlukla savaştığı “düvel-i muazzamayla” bile barış ortamını kurmuştur. Bütün dünya ve özellikle mazlum ulusların saygısını hak etmiştir. Türk yurttaşı da bu anlayışla, yangın yerinde kurduğu devletini, alın teriyle gerçekleştirdiği mucizeyle kalkındırmış. Aç gözlü hikmet-i hükümet mensuplarının iştahlarını kabartan, doymazların nankörlüklerine varlık sağlamıştır. Bu yüzden zamane Muviyesi olan hikmet-i hükümet; Beyt-ül Mal ile makamları peşkeş çekerek saltanat biatı peşine düşer!    

<