AHMAK, BELAGAT VE TSUNAMİ
AHMAK, BELAGAT VE TSUNAMİ
Sosyal ve ekonomik sorunları çözmekte aciz kalan günümüz siyasi iktidarı; yapay gündemle açmazları gizlemeye çalışıyor. Bunlardan biri, “ahmak” söylemi oldu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimini; aynı zarftaki dört oy pusulasından birini geçersiz sayılarak yenilenmişti. Daha sonra İçişleri Bakanı, aynı dönemde ikinci defa seçilmiş olan o Büyükşehir Belediye Başkanını “ahmak” olmakla eleştirdi. Gazetecilerin sorusu üzerine Belediye Başkan da; “ben değil asıl iki defa seçim yaptıran ahmaktır” dedi.
Bu yanıt üzerine siyasi irade işi saptırdı. Zaten bulanık suda balık arıyordu: -Sen misin bunu söyleyen- diyerek, iş YSK’ya hakarete dönüştürüldü. YSK aracılığıyla dava açıldı. Davaları yıllarca sonuçlandırmayan Adli teşkilat, nedense jet hızıyla bu davayı sonuçlandırdı. Siyasi yasak getirecek şekilde cezaya hükmetti. Halen istinafdadır.
Oysa halk “ahmak” sözcüğünü bir hakaret olarak değil, “saf-gafil-acınırlık” anlamında kullanır. Çünkü Türk insanı dışta oldukça saf ve iyiyi niyetlidir. Fakat kendi içinde oldukça nobrandır. Örneğin trafik karmaşasından bunalan ve canı burnunda olan bir şoför, olağan bir hata yüzünden bir diğer meslekdaşına tekme tokat girişir. Bir yurttaş, arsasına çöp attığı iddiasıyla komşusunu hırpalamaktan tereddüt etmez. Veya bir diğeri; sempati duyduğu siyasi iktidarı-partiyi eleştirenin üzerine en zalimce yürür. Yoksulluğuna rağmen sırtında taşıdığı, ya da saltanat uğruna evlatları ölüme gönderen yönetime laf söyletmez.
O ahmaklıkla ulusu ve vatanı kurtaran kurtarıcı lidere bile, sevdikleri zamane siyasileri memnun etmek için, söz söyleyecek kadar nankör ve aymaz olabiliyor.
Şimdi de Laik Cumhuriyet düşmanı olduğu açık olan, ama iktidar tarafından siyasi ortak olarak Meclis’e taşınan Hüda-Par adlı partinin Genel Başkanı; -sözde- Anayasa değişikliği istediğini açıkladı: “Ahmaklara anlatır gibi anlatayım” diyerek görüşlerine karşı olan laik ve demokrat kesime cüretkarca hakaret etti. Enflasyonun emekçi ve emeklileri bunalttığı, iktidar oylarının sürekli düştüğü bir aşamada ortaklığın gereğini yaptı: Narin kızımızın katlini bile gölgeleyecek şekilde gündemi saptırdı. Neyse ki duyarlı yurttaşlar da konuyu ele alan neden yakaladı.
*****
Tarih boyunca toplumu yönetenler, önceleri sadece dini söylemlerle halkı etkilemiştir. Sonra da siyasi söylemler buna eklendi.
Söylemler; bir “retorik” ve “belagat” ile olunca etkili olmaktadır. Çünkü söz konusu söylemler (retorik ve belagat), birer etkili konuşmalar demektir. Bunu en iyi uygulayanlar; vaizler ile hatiplerdir. Vaizler dini okullar yoluyla, siyasetçiler ise özel eğitimler ile belagat geliştirirler. Bunun en iyi örneği; ekonomi, dış politika ve sosyal konularda dar boğaza gelmiş bir halkın ikna edilmesi şeklidir: 22 yıldır iktidarda kalmayı başaran “Adalet ve Kalkınma Partisi” sözcülerinin becerdiği iştir. Başta Genel Başkanı olmak üzere, bir vaiz belagatıyla her açmaza gerekçe bulacak kadar kitleleri etkiliyor; ikna ediyor.
Tarihte dünyanın en etkili konuşan retorik sahibi; M.Ö. 450 yılındaki Sicilyalı Korak kabul ediliyor. Bunun için bir de kitap yazmıştır.
M.Ö. IV. yüzyılda ise Atinalı kekeme Demosthenes, dünyanın en iyi belagat sahibi olmuştur. Ağzına çakıl taşları doldurarak konuşma egzersisi yapmış. Sonunda bir kekeme, dünyanın en ünlü hatibi-söylevcisi olmuştur.
Aristo da M.Ö. 350 yılında “söylev” adlı bir kitap yazarak etkili konuşmanın (hitap etmenin) önemini belirtmiştir.
İslam dünyasında da Muaviye, etkili konuşmayla inananlara; dinen haram olan saltanatı kabul ettirmiş. Muhammedi öğretiyi kökten saptırmıştır. “Ali’ye söyleyin, Şam sokakları benim dişi dediğim erkek deveye dişi diyen insanlarla doludur” diyerek hileciliği kadar ikna kabiliyetinin de olduğunu beyan etmiştir.
Yakın tarihte en etkili konuşmacı ise; Adolf Hitler olmuştur. “En üstün ırk Cermen ırkıdır ve dünyaya egemen olmaya layıktır” diyerek halkı heyecanlandırmış, ikna etmiş. İkinci Dünya savaşı ile dünyayı kana boyamıştır.
Kuşkusuz etkili konuşma denilen “belagat” veya “hitabet; bir konuşma sanatıdır. Yüzyılımızda medya ve reklam aracılığıyla yapılan propaganda ile bu etkileyiş, çok daha yaygın ve etkin hale getirilmiştir. Bunun Türkiye’deki en iyi örneği; iktidarı döneminde enflasyon altında ezilen kitleleri tekrar kendisine oy vermeye ikna edecek kadar belagat gösteren; iktidar partisi genel başkanıdır.
Aristo, etkili konuşma önemini ve bir sanat olduğunu örnekle anlatmış: “Etkili konuşma, katilin elinde insan öldüren bir bıçak, bir doktorun elinde insan canını kurtarma şeklidir” diye tanımlamıştır.
Roma’nın ünlü hukukçusu Çiçero da; “bir hatibin bir doğruyu yanlış veya bir yanlışı doğru göstermesi önemli değildir. Önemli olan hatibin söylediklerine kendisini dinleyenleri ikna edebilmesidir; bunun için etkili konuşma mecburiyeti vardır” demiştir.
*****
Belagat ve retorik sahibi siyasi yöneticiler ile vaizler (dinbazlar); Çiçero’nun tanımladığı şekilde ve fakat Muaviye çıkarcılığıyla davranmayı sürdürüyor. Halk, ahmak yerine konuluyor. Gerek devlet yönetimindeki yanlışlara rağmen başarıdan söz edenler, gerekse açlığın peygamber hasleti olduğu veya kadınlarla kızlar için erkek egemen anlayışı telkinle dini anlatan vaizler; bunu yapmaktalar.
Gerçeklerin eğilip bükülmesi, toplumu ve kurumları çürümeye götürmektedir. Diyarbakır’da (Narin olayı) ve Tekirdağ’da (2 yaşındaki bebek olayı) ortaya çıkan çarpık anlayış, bir tsunami gibi ülkeyi boğmaktadır.
Son dört yıldan beri ekonomik ve ahlaki çöküntü yaşanmaktadır. Deprem, salgın, işsizlik ve hükümet müsrifliği nedenleriyle halk, açlık noktasına getirildi. Adım başı cami inşa ederek vaizlerle insanlar “bir hırka bir lokma” telkinine alınarak ülke yönetiliyor. O nedenle profesyonel din adamlarının sırtı sıvazlanırken, hakkını arayan ezilenler iktidarın kolluk güçleriyle sindiriliyor. Bu sindirme ve yok edişin anlamı; korkarız “aç (!) kiler duvarı deler” atasözünü hatırlatacaktır!
Açlığı getirecek bir iflasın gelmekte olduğunu; doların bir günde tavana fırlayıp ertesi gün tsunami şiddetinde geri çekilmesi gösterdi! Elbet de görmek isteyenlere. Dolar bir gece 18.22’ye yükseldi. Bir gece kararıyla da 11.55’e düşürüldü. Tıpkı Japonya’da 9.1 şiddetinde oluşan deprem gibi; ekonomiyi sildi süpürdü. Deprem nedeniyle okyanusun içindeki fayın sekiz dakika süresince yarılması gibi. Meydana gelen çukura suyun dolmasıyla deniz, kıyıdan 500 metre geri çekilmiş. Çukura dolmak üzere harekete geçen su; dalgalar halinde deprem çukurunu aşıp hızla kıyıya ulaşmış; 8 kilometre karanın içine girmiş. Bina, araç, insan vs ne varsa toplayıp götürmüştü.
Doların ani yükselmesi de bu tür bir durum yarattı. Dolar sahipleri yüksek fiyatla satış gerçekleştirdi. Tsunami şiddetinde geri çekilmesi de düşük fiyatla (6.67 eksikle) almak olanağını buldu. Merkez Bankası’nın 128 milyarlık dövizi, deprem çukuruna dolan su gibi yok oldu. Faturasını, daha da fakirleşen halk ödüyor hala. Doğmamış çocuklar bile borç altına sokuldu! Dört yıldan beri enflasyonun yüzde seksenlerde, açlık sınırının yirmi beş binlerde olması sebepsiz midir?
Bütün bu olanları görmemek veya bir şey olmamış gibi katlanmak; ahmaklık mı oluyor? Ne de olsa ozanın (Mehmet Çiçek) dediğini yaşaya gidiyoruz:
“İhanetin adını ihmal koymuşuz\Garibin sırtından yemiş doymuşuz;
Din ile uyutup soymuşuz\Bozmakla bitmiyor ülkemde acı!
Rahman eşit diyor yarattığım kul\Hak ile gelmeden git haklıyı bul;
Hakk’a rıza göster doğru insan ol\Çözmekle bitmiyor ülkemde acı!”