ALLAH KORKUSU VE AVUNMA
ALLAH KORKUSU VE AVUNMA
Allah rahmet etsin ilahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e: “Allah ile Aldatanlar” adlı eseriyle dinin nasıl bir sömürü aracı haline getirdiğini yetkince anlatmıştı.
Çünkü Türkiye’de çapsız yönetici ve siyasetçilerin başlıca sermayesi din olagelmekti.
Son örnek; “laik demokratik sosyal hukuk devleti” olan Türkiye’nin silahlı kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı yapmış olan AKP milletvekili Hulusi Akar oldu: Eğitim öğretim yılının başlaması nedeniyle düzenlenmiş bir toplantıda, Diyanet İşleri Başkanına yakışan bir ajitasyonda bulundu. Özetle;
“Eğitim, bilgi değil Allah korkusunu ve ahlak öğretmek demektir” dedi.
Devlet parasıyla feza gezisine gönderilen konuyla ilgisiz birini “uzay dairesi” başkanı yapan hükümetin mensupluğunu ve daha önemlisi TSK’nın başkanlığını yapan olarak, çağa yakışan büyük bir fikir (!) ortaya attı.
Açıkca bilimi değil, teolojiyi kutsadı. Sanki ahlakı olmayan bir toplumun dinli olması, Narin ve Sıla adlı kızlarımızın dramlarına mani olurmuş!
Hep bilinir ki ahlak, din ve Allah kavramları; aileden öğrenilir. İşlahıyat okulları ise sadece “diyanet” işiyle ilgilidir. Ya da İnançları bir saltanatın veya bir devletin ideolojisi haline gelmesini sağlayacak olan şekilcilik ve anlayışı öğretme işidir. Telkin ve ikna yapar. Bilimi ve laik anlayışı ret eden anlayışı kutsar. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu; Meşahit”in böylesi işlevi yüzünden çağı, bilimi ve teknolojiyi ıskaladı. Ve o yüzden dramatik sona vardı.
Oysa bugün; dünya “Bilgi çağı” yaşıyor. Bilgi çağı, “uzay çağı” anlamındadır. Aklı en realist ve laik şekilde kullanılmasını gerektiriyor. Bunu gerçekleştirmeyi başaran toplumlar\devletler; gelişmiş ülkeler kabul ediliyor. Nitekim üzerinde yaşadığımız gezegeni aşıp uzayın derinliklerindeki dünyalarla ilişki kuruyorlar. Bizde hala; “tuvalette sakız çiğnenir mi çiğnenmez mi” işi tartışılıyor!
1968 yılında aya ilk roket indiğinde; İslam dünyasındaki Allah kulları, ilk önce “yalan” dediler. Sonra “gavurlar Kuran’dan çaldı” dediler. Ama hiç kimse, -biz Müslümanlar Kur’an’daki bu sırrı niye anlamadık, bilmedik- demedi.
Hulusi Akar da böylelerinden biri olsa gerek. Çünkü askeri orta okullar kapatıldıktan sonra, askeri lise dışından Harp okullarına üniversitelerden alınan öğrencilerden gelme bir subaydır. Askeri okula geçinceye kadar olan yaşam süresinde, anti laik bir din anlayışıyla yetişmiş olmalı ki; “kamil” olması gereken yaşta bilgiyi ve aklın sorgulayıcılığını ret ederek “Allah korkusu” kavramından söz ediyor. İslam peygamberinin “ben ilimim, Ali kapısıdır. İlim Çin’de de olsa gidin, edinin” dediğini bile analiz edememiş olduğunu gösterdi. Allah’tan anladığı, sadece korkudur. Oysa Allah’tan korkulmaz, sevilir. Çünkü yüce yaratıcı, balçıktan yarattığı insanı, kendinden zerre kattığı için diğer canlılardan üstün görür, farklı olarak sever.
Sevgiden yoksun olanlar, yaşamı korku üzerine kurmuştur. Yetmezliklerini, korkutmak ve tehdit etmek ile gidermeye çalışmıştır. Erkek egemen anlayış da bunun sonucudur. Sayın Akar da gerek Genelkurmay Başkanı, gerek Milli Savunma Bakanı ve gerekse bir parlamenter olarak yönetici olduğu ülkede; gerçek demokrasinin neden yerleşmediğinin göstergesi oldu!
*****
Türkiye mutfaklarında enflasyonun yüzde yüz ellilerde; ortalama ücret haline gelen asgari ücretin “açlık sınırı” altında olduğu ve adım başı inşa edilen camilere rağmen ahlaken yerlerde süründüğü son üç beş yılda; yöneticilerin bir eli balda bir eli yağdadır. Bu mudur Allah’tan korkarak edindikleri ahlak?
Allah korkusu duydukları için mi aşağıdaki örnekler yaşanıyor?
. Uçak ve lüks otomobil filolarıyla icra-i faaliyette bulunan yöneticiler; yoksul öğrencileri okula taşıyan servisler kaldırıldı.
. Öğrencilere bir öğle yemeğini bile çok görüldü.
. İşsizlik ordusu büyütüldü; iş bulabilenleri ve emeklileri açlık sınırı altındaki bir ücret ile yaşamaya mecbur edildi.
. 22 yıllık devri hükümetlerinde “iane” ile geçinenler sayısı, bir buçuk milyondan altı buçuk milyona çıkardığıyla övünüldü.
. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 65.5 milyar liraya yükseltildi. Böylece 16.3 milyar liralık “Sanayi ve Teknoloji” ile 25.1’şer milyar liralık “Enerji” ile “Kültür ve Turizm” bakanlıkları bütçe toplamları üzerine çıkarıldı.
. 2024 yılının ilk 8 ayında hükümetin bütçe açığı 974 milyar liraya yükseltildi!
. Doğmamış çocuklar bile, 1954 yılına kadar ödenen Osmanlı borçları gibi, garantili ihaleler ve dış borçlar ile borçlandırıldı.
. Rahmetli Menderes’in “on yılda her köşede milyoner yarattım” dediği türden, halkın açlığı pahasına devlet varlığı transferi edilerek yandaş zenginler türetildi.
. Yurttaşlar geçimden aciz hale getirilirken ihvan aşkı uğruna, on milyonu aşan göçmen ve sığınmacı, yıllardır iaşe ve ibade ediliyor.
. Partizan anlayışla ultra zenginlere “istisnalar, muafiyetler, aflar” sağlanarak vergi yükü dar gelirlerin sırtına yükletildi.
. Ev sahipleri sırtından “kiracı koruma” takiyesi yapıldı.
. Fatih Sultan vasiyeti bile çarpıldı. Bir şaklabanın devlet kurucusuna lanet okuması Cumhurbaşkanı tarafından olağan bulundu. Böylece Muaviye gibi, dağıtılan makam ve milli bütçe ile var edilen türedi varsıllarla vakıflar mazur gösterildi.
. Silahlı Kuvvetler mensubu teğmenlerin ilk kez gerçek kılıç edinme nedeniyle gösterdikleri sevinç kursaklarında tıkıldı!
Saymakla bitmeyecek olan böylesi israf, savurganlık ve acımasızlık; Allah korkusu verile verile gerçekleştirildi.
Halbuki bilgi yerine ikame edilmek istenen Allah korkusu ve ahlak; ne o savurganlığa ve ne de vatandaşa onca zalimliğe izin verir….
*****
“Allah korkusu ve ahlak” sahibi kimseler, Osmanlı Hanedanını “ata” olarak kabul edip Atatürk’ü ret ediyor. Bu nedenle hükümet olma anlayışında da Osmanlı ata izinden yürüyor. Nitekim Osmanlı hanedanı gibi devletin bütçesini savuruyor. Halkın doğmamış çocuklarını bile borç altına sokmaktan tereddüt etmiyor.
Bakın günümüzle benzeşen ne gibi örnekler yaşanmış:
.1826 yılında Yeniçeri Ordusu kaldırıldı. Yerine kurulan Sekban-ı Cedit ile ordunun yetersizliği su yüzüne çıktı. Mora isyanını bastıramayan devlet; Yunan ve Bulgar bağımsızlıklarını kabul zorunda kaldı.
. Kırım savaşında acze düştü. Kıbrıs’ı İngilizlere sunma karşılığı edindiği destekle bir antlaşma yapabildi.
. 1954 yılına kadar taksitleri ödenen borçlanma; devleti ve orduyu reorganize etmek için değil, Saray’ın giderlerini karşılamak için israf edildi.
. İzinde yürünülen biri de Sultan Abdülmecit’tir. 1861 yılında Washington Büyükelçisi Bulak Beyi çağırarak (asıl adı Edward Blacgue olan Bulak Bey Fransız biridir. Eşi de Amerikalıdır); tüfek temin etmesini ister. Bulak Bey de kendine göre araştırma yapar; Amerikan “Martin Henry” marka tüfeklerini önerir. Fakat Amerikan devletiyle değil, Providance Tool adlı özel şirketle satın alma anlaşması imzalanır.
Buna göre tanesi 15 dolar ve süngüsü 1 dolar 25 cent olan 300 bin tüfek ve ayrıca mermi alınacaktır. Fakat 16 dolar 25 centlik bir fiyatla Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfekler kabul edilir. Toplam bedeli bankaya yatırılır. Bu tüfeklerin kabzasında “zat-ı şahane” tuğrası olacaktır.
Şirket; ilk parti olarak teslim edilmesi gereken 48 bin tüfek ile 4 milyon mermiyi teslim etmez. Üstelik de “beni zarara uğrattı” diyerek Osmanlı Devleti’ni dava eder. Bunun üzerine yeni görüşmeler başlatılır. 50 Martini daha eklenerek iş tatlıya bağlanır. Parası tam olarak ödenir. Buna rağmen şirket, yine bir teslimat yapmaz. Bu kez Osmanlı Devleti, “Zat-ı Şahane” talimatıyla Amerikan mahkemelerinde dava açmaya karar verir. Bunun için Adana, Konya ve Kastamonu illerinin vergilerini teminat gösterir. Ancak duruşmalar başlamadan Tool şirketi iflas etiğini açıklar. Osmanlı Devleti de bir bardak soğuk su içmiş olur!
Bu dolandırılma ders olmamış olmaz: Bu kez İngilizler Zat-ı Şahane’ye (denizciliğe meraklı Sultan Abdülaziz) bir öneride bulunur: “Tersanelerimizde inşa edilmekte olan şahane savaş gemileri var, size satalım” derler.
Sonra bir diğer Zat-ı Şahane; Wickers Şirketi’ne, “Reşadiye” (sultan Reşat) adıyla bir zırhlı savaş gemisi (drednot) sipariş etmeye karar verir. Bedeli de peşin olarak İngiliz bankasına yatırılır.
Bu sırada İngiliz şirketi Amstrong; “Brezilya için bir savaş gemisi inşa ettik; ama isterseniz size satalım” önerisinde bulunur. Padişah buna da çok memnun olur. Satın alma anlaşması imzalar. Adını “Sultan Osman” olarak koyar. Parası İngiliz bankasına yatırılır.
Her iki zırhlı, 27’şer ton ve 204’er metre uzunluğunda ve “buhar tribünlü” olacaktı.
İnşa işi bitmek üzereyken, gemileri teslim alıp İstanbul’a getirmek üzere Rauf Bey’in komutasında 1200 Osmanlı levendi Londra’ya gitti. Reşadiye suya indirilirken geleneksel olarak burnunda şampanya kırılması gerekiyordu. Fakat Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi Tevfik Paşa’nın kızı Naile, şampanya yerine gülsuyu şişesi kırdı.
İki gemi daha bitmemişti. Reşadiye’nin donanım işi sürüyordu. Sultan Osman kruvazörü de daha kızaktaydı. Rauf Bey ile Vasıf ve leventler, bitirilip teslim edilmesi için iki ay bekledi.
Teslim sırası gelince, 1 Ağustos 1914 öğleninde İngiltere gemilere el koyduğunu açıkladı. Bunun üzerine Padişah, İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisini huzura çağırdı. Ama; “sizin haberiniz yok galiba; Dünya Savaşı başlamak üzere; o yüzden gemi memi veremeyiz. Parasını şirketlerden isteyin…” yanıtını aldı! 12 milyon Osmanlı altını gayya kuyusuna atılmış olur.
“Osmanlı çocukları” da yıllardır adım adım “zatı şahane” izinden ilerliyor: Dönemin Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı ile birlikte; Allah korkusu duya duya ülkeyi bir hain darbe koşullarına sürükledi! Yaratılan nice dramlardan bazı örnekler şöyledir:
. Ekonomik dar boğaza rağmen Rusya’dan büyük paralarla S-400’ler aldı. Ulusal savunmaya katkı için TSK’e teslim edilmesi, kullanılmaya hazır halde bulundurulması gerekirdi. Fakat İngiltere’nin Osmanlı’ya dayattığı gibi, ABD ile NATO’nun yaptığı dayatma karşısında sarıp sarmalayarak kullanılamaz şekilde depoya atıldı.
. F-35 uçakları projesine katılmak ve F-16 siparişi için yıllar önce Amerika’ya iki buçuk miyar dolar peşin ödendi. Fakat süresi geçtiği halde siparişler teslim edilmediği gibi Türkiye F-35 projesinden de çıkarıldı. Ödenen paralar güme gitti!
. Terörist kovalamak gerekçesiyle, ama gerçekte İhvan aşkı uğruna TSK’ı Ortadoğu batağına batırıldı. Yunan’ın Ege’yi kendi gölü haline getirmesine olanak yaratıldı.
. Türk Telekom’dan sonra Tank fabrikası bile yok pahasına Araplara ikram edildi!
. Her seçim öncesi denizlerde doğal gaz ve petrol rezervi bulduğunu açıklayan Osmanlı Çocukları; doğmamış bebeleri bile borçlandırdı. Dolar ve gelir garantili havaalanı, köprü, duble yol vb ihaleler ile Türkiye; ekonomik iflas ve üç basamaklı enflasyon aşamasına getirildi.
. Sadece “tek adam” koruma ordusunun gideri 1541 asgari ücret tutarına vardırıldı!
. Yedi düvele diz çöktürüp Lozan’a mecbur ettiren Atatürk’ü yıprata yıprata; komşular başta olmak üzere yedi düvel Türkiye’ye düşman hale getirildi.
“Desinler” adına fakir fukaranın ekmek parası, resmen yerlere saçılırcasına israf edildi.
Şimdilik bilgi yerine “Allah korkusu” duyan ahlak sahiplerinin “mangal partileri” ile yoksul ağızlar suyu akıtılarak İHA, SHA ve TOGG ile avutuluyor!