SEVİLAY YÜKSEL

SEVİLAY YÜKSEL

BİLİNMEYEN YAZAR

Büyük bir yazar var. 1920’lerde yazdığı makaleler muhteşem. Ama bilen insan az.

İsmail Habib Sevük…

Sakın şiir sanmayın, o düz yazıdır, yani nesirdir, ama mesleğimizde ne kalemler varmış, okuyunuz. Ne hazin ki, bu kalemleri bilmeyen, okumayan, tanımayan aydınlar var, öğretmenler var. Üzülmeyin, gazeteciler de var.

İsmail Sevük’dan birkaç cümleler;

"Fakat bugünkü İstanbul nedir?  Bütün o sanat  güzelliklerini daha iyi meydana çıkarmak için ne gerekirse onu yapacaktık, dünün şerefi bizimdir diye.. Halbuki biz ne gerek değilse, onu yapmışız,  şerefimiz meydana çıkmasın diye. 

Eskideki çürüyüşle, öğünüşü ayıramadık. Eskinin çürüğünü atıp, yeniyi koymak yerine, yeninin çirkinini alıp, eskisinin öğünüşü üzerine saldırttık. 

Yenicami, Ortaköy'le karşı karşıya görüşsün diye yaratılmıştı hiçbir kısmet olmayan o mermerden şi'ri en kaba yapılarla boğduk.

Yapılan sanata bak, övün; sanata yapılana bak, utan…" 

En son cümle nasıl… Acaba utanan var mı ? 

Ve aynı yazardan "Allah, Allah" dedirtecek bir cümle daha:

"Hangi kara parçası Sarayburnu gibi bir yanına dalgın   Haliç'i, bir yanına yaygın Marmara'yı, karşısına da kıvrak Boğaziçi'ni alarak; yedi tepeli İstanbul'u arkasına takıp, suları yara yara Boğaz'a gidiverecekmiş gibi, duruşunda bile yürüyüş hissi veren bir canlılık gösterebilirdi ?" 

Evet, bu kara parçasını halkımızla, belediyelerimizle, hükümetlerimizle parça parça ettiğimiz yetmedi, "yürüyüş hissi veren canlılığını" kefenine sarılmış ölüye döndürdük…”

Ne yazık ki; duru ve renkli üslubu ile yazı yazabilme yeteneği bir çok insana örnek olmuştur. 

Gel gelelim, böyle bir üstadı gençlere okutmak için hiç kimse parmağını kaldırmıyor.

 

<