DİL BİR ŞEY DEĞİL PEK ÇOK ŞEYDİR
Dilin felsefesi üstüne kafa yoran Yahudi asıllı Avusturyalı düşünür Ludwig Wittgenstein (1889 - 1951), eskimeyen yapıtı "Tractatus"ta (1), "Dilimin sınırları, dünyanın sınırları anlamına gelir." deyip ekliyor: "... Bilgiyi güvence altına almak, kullandığım dile bağlıdır. Konuşurken ve yazarken katıldığım dil oyununun kuralları, benim dünya hakkındaki vizyonumu yaratır..."
Wittgenstein, Avusturyalı bir çelik sanayicisinin oğlu. Hitler'in ortaokul ve lise (Realschule) arkadaşı. Makine mühendisliği öğrenimi gördü. Sonradan felsefeye yöneldi. I. Dünya Savaşı'na katıldı, İtalyanlara tutsak düştü. Savaş dönüşü, babasından kalan serveti dağıttı. Bir süre bahçıvan yamaklığı yaptı. Hitler'in Avusturya'yı işgali üzerine İngiliz yurttaşlığına geçti. Bertrand Russel tarafından 'dâhi' olduğu anlaşılınca Cambridge Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirildi. 1951'de kanserden öldü.
Wittgenstein'ınki, politikacıların yüzde 99,9'unun anlayamayacağı bir yaşam seçimi. Ama durun; İngiltere'de de hem politikacı hem de bilim adamı şapkalı biri çıkmış ki insanlığa yaptığı katkıyla herkese şapka çıkarttırıyor; Gladstone.
'ULUSUN RUHU, DİLİNDE'
Amerikalı düşünür Emerson (1803 - 1882), "Bir milletin ruhunu büyük ölçüde dilinden, her güçlü bireyin yüzlerce yıl birer taş koyarak inşa ettiği bu anıttan anlayabiliriz." demiş.
Peki, 'ait olduğu ulusun ruhunu yansıtacak denli önemli' bir insanlık kalıtı olan dil, toplumların 'düşünce alışkanlıkları'nı nasıl etkileyebiliyor?
Bilim insanları, dilin bu ve benzeri gizlerinin çözülmesinde 'renk algısı'ndan yararlandılar.
Yukarıda sözünü ettiğimiz, İngiltere'de başbakanlık görevinde de bulunmuş olan Gladstone (1809 - 1898), Homeros'un 'İliada ve Odisseia'sı üzerine bilimsel araştırmalar yaptı. Partisindeki görevini aksatıp siyaset arkadaşlarını kızdırmak pahasına... (Böylesi siyasal çekişme dostlar başına!) Homeros'un yapıtındaki betimlemelerde, örneğin 'menekşe rengi, şarap gibi karanlık deniz', 'yeşil bal'... demesini kendine sorun etti. Homeros'un şiirleri üzerinde daha da yoğunlaşınca gördü ki doğadaki temel renklerden 'mavi'yi dizelerinde hiç kullanmamış büyük ozan.
Gladstone, saptamalarının ışığında, 'İliada ve Odisseia'nın yazıldığı üç bin yıl kadar önce Yunanlıların görme organı ve görme duyusunun ancak kısmen geliştiği sonucuna vardı.
Bu arada dilbilimci Geiger (1829-1870), renk betimlemelerindeki bu ilginç durumun eski Yunanlara özgü olmadığını ortaya koydu. On bin dizeyi aşkın eski Hint 'veda' destanlarında da pek çok doğa betimlemesi yer almasına karşın gökyüzü için bir kez bile 'mavi' denilmemiş olduğunu saptadı.
İNSANA BAHŞEDİLEN 'GÖRÜŞ'
Gladston'un açtığı kapıdan giren bilim insanları, insanda renk algısının, evrimden ayrı geliştiğini ortaya koydular. Hem de otuz kırk milyon yıl önce... Şöyle (2):
Kuşlar ve kimi öteki canlılar, gözlerinin retina tabakasındaki iki tür koni hücresi sayesinde ormanın yeşil yaprakları arasından sarımsı meyveleri (dikromatik görüşle) fark edip yiyordu. Ama belli bir tropik ağaç türünün, kuşların taşıyamayacağı irilikteki meyveleri dibinde çürüyordu. İşte, atamız olan büyük maymunların ve biz insanoğlunun gözüne, bu doğal sebeple üçüncü bir almaç (Fr. récepteur) bahşedildi. Maymunlar , iri meyvelerin sarı ve turuncu sinyallerini görüp (trikromatik görüş) bu meyveleri yuvalarına taşımaya, çekirdeklerini tükürerek çoğalmalarını sağlamaya başladı. Bu işlemin, salt görme duyusuyla açıklanamayan ilginç bir evresi de var.
BEYNİN, GÖZE GÜVENİ YOK
Almanya'nın Geisegen Üniversitesi'nde 2006'da yapılan bir dizi deney, beynimiz hakkında müthiş bir bilgiye ulaşılmasını sağladı. Deneklerden, bir muz resminin rengini, önlerindeki düğmelere basarak külrengine dönüştürmeleri istendi. Denekler, külrengine çevirdikleri hâlde, muzu hâlâ sarımsı görüyorlardı. Bunun anlamı şuydu:
Beynimiz, görme duyumuza pek güvenmiyor; gözümüzün retina tabakasındaki koni hücrelerinden gelen renk sinyallerini doğru kabul etmiyor. O nedenle de bilgisayardaki 'foto şop' benzeri bir izlence geliştirmiş. Renk sinyallerinin üzerinde, 'otomatik düzelt' komutunu almış gibi bir işlem yapıyor. Örneğin, muzun rengi hakkında 'geçmişte depoladığı anılar'a başvurup 'sarı'da karar kılıyor ve renk duyumunu o yöne çekiyor.
İyi ki de böyle oluyor; çünkü, doğada gördüğümüz her nesnenin rengi, yansıttığı ışık kaynağının dalga boyuna göre değişiyor. Eğer beynimiz bu biçimde çalışmasa nesneleri, ışık kaynağı değiştikçe farklı renklerde görecektik; yapay ışıklandırılmış kapalı mekânlarda ucuz fotoğraf makinesiyle çekilmiş, garip renkli fotoğraflardaki gibi...
AKIL YÜRÜTMENİN DE ARACI
İşte, dilin etkin bir iletişim aracı olarak kullanılabilmesi de o dili konuşanların belleğine -renklere ilişkin anıları depolamaya çok benzer biçimde- yükledikleri bilgi dizgesiyle (3) bağlantılı. Bir toplumun zihinsel faaliyetleri, 'akıl yürütme'si diline dayanıyor.
Hâttâ, ABD'li bilim adamı Lee Worf'un (1897 – 1941), "ana dilimizin gücünün yalnız düşünce ve algılarımızı değil, evrenin fiziğini bile etkilediği... düşünceleri seslendirme aracı olmakla kalmayıp düşüncelerin biçimlendiricisi, zihinsel etkinliğin yol göstericisi... olduğu" görüşü, yeni bilimsel araştırmalarla daha da pekişeceğe benziyor.
SON SÖZ: Toplumca sağlıklı düşünmek, dolayısıyla sağlıklı kararlar verebilmek istiyorsak Büyük Önder Atatürk'ün Dil Devrimi ile çağcıl ulusal kimlik, kişilik kazandırdığı Türkçemize 'gözümüz gibi' bakmamız, hepimiz için ulusal görev ve sorumluluktur.
GRAM GRAM 'EPİGRAM'
Türkçem; pınarından avuç dolusu içtiğim erinci, o anlar
Lale bahçemizde kalem oynatırken pervasızca gergedanlar!
1) Moseley, Alexander; "A'dan Z'ye Felsefe", NTV Yayınları, 4. Baskı, 2012, sayfa 282 - 283
2) Deutscher, Guy; "Dilin Aynasından - Kelimeler Dünyamızı Nasıl Renklendirir?" Metis Bilim, 2013, sayfa 242- 246 - 247
3) Agy. sayfa 233