'EN' EN ÇÜRÜME
'EN' EN ÇÜRÜME
Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, toplumsal ve kurumsal çürüme en tepe yaptı.
Kuşkusuz her tür çürümenin nedeni “yalan” söylemektir.
Yalan söylemek, devr-i AKP’de olağanlaştı. Siyasetten akademiye, mabetten sokağa; toplumun her kesiminde o kadar sıradanlaştı ki, olmazsa olmaz oldu.
Toplumsal çürümeye yol; yalan ile başladı. Kişi ve kurum bazında aldatmak, hile ve kötülük yapmak, kötü yönetim vs hep; yalan ile meşrulaştırıldı. Kutsal kitaplar ile yasalar bile; aldatma ve yalanın sermayesi yapıldı. Nitekim Türkiye’de en çok cami yapıldığı en çok alınların secde gördüğü, ücretlerin en eridiği, devlet bekasının en gündeme getirildiği bu dönemde; yalan en yaygın şeklini aldı. Çürüme en yüksek noktaya vardı. Çıkarcılık; kişi ve kurum bazında en fizibil ilke oldu.
Gerçi yalanın salgın halinde toplumu sarmasının yeni değildir. Nitekim Rus edebiyatçı Alexandr Solzhenityen de tanımlar: “Yalan söylediklerini biz biliyoruz. Onlar da yalan söylediklerini biliyorlar. Üstelik yalan söylediklerini bizim bildiğimizi de biliyorlar. Ona rağmen yalan söylemeye devam ediyorlar” der.
Tarihin her döneminde ve her toplumunda yalan; kötülüklerin anası, ahlak ve vicdanın yok eden, çürümenin tek nedeni olarak tanımlanmıştır. Laik tarih ile kutsal kitaplar yalanın, hilenin, çıkarcılık ve aldatmanın çürüttüğü devletleri ve toplumları -ibret alınsın diye- gösteriyor. Fakat ibret almayanların, en dindar, en muhazakar iddiasındakiler olduğunu göstermektedir. Babil, Yahudi, Osmanlı gibi devletler ile Ad, Lut vb toplumlar; çürüme örnekleri olmuştur.
*****
Yalan söyleyen; ne için ve niye yalan söylediğini bilir. Saat ve gün farkıyla yeni yalan ile önceki yalanını yalanmaktan çekinmez. “Mahallenin aşağısında söylediği yalana, mahallenin yukarısına geldiğinde kendisi de inanır!”
Ülkemizde toplumsal çürümeye neden olan yalan, sıradan birinin söylediği yalan değildir. Aksine çıkar, kin ve düşmanlık uğruna; toplumun yönetici veya yönetiminin söylediği yalanlardır.
Örneğin enflasyonun üçlü rakamlara yükselmesi, işsizlik ordusunun büyümesi, sağlık sisteminin dejenere olduğu, adaletin yok olduğu konularında hep yalan bilgiler açıklandı.
Ya da 1980’lerden beri Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik sorunlarına neden olan terör karşısında yönetim; yalanlar ile çözüm arar gibi davrandı. Öylesine ki; “Oslo’da görüşen şerefsizdir” dendi. Seçim kazanıldı. “Açılımla toplumsal barış sağlanacaktır” dendi. Seçim kazanıldı. Kaybedilen seçime rağmen “itikşafi” oyalamasıyla Gar katliamı sürecine ulaşıldı, seçim kazanıldı. “Vesayet sona erecektir” dendi, parti vesayeti yaratıldı; seçim kazanıldı 3 Y yok edilecek” dendi, seçim kazanıldı 3 Y’ye 3 Y eklendi.
“Ateş kes sağlandı” dendi; seçim kazanıldı.
Hain FETÖ cemaatı ile terör mensuplarından gizli ve yalancı tanık marifetiyle “adalet sağlıyoruz” dendi; seçim kazanıldı.
“Akil insanlar devreye koyduk, garnizonda bayrak indirmeye kalkışan teröristi görme” dendi; şehir hendeklere belendi; seçim kazanıldı.
“Barış yapıyoruz” dendi. Kandil’den davet edilen terörist militanlar görkemli şekilde karşılanıp “Çadır Mahkemesi” aracılığıyla aklatıldı, şeref turu attırıldı. Seçim kazanıldı
“Vesayeti bitiriyoruz” dendi, seçim kazanıldı.
“Kumpas davalar ile kozmik odaya bile girdik, gizli terörist tanıklarla güzide subaylar zindana doldurularak -derin devleti yok ettik- dendi; seçim kazanıldı.
“Türk Sihalı Kuvetler Başkanı teröristtir” dendi; seçim kazanıldı.
“Biir yüzükten başka varlığım yoktur, olursa çalıntıdır” dendi; zenginlik ve seçim kazanıldı.
“Ekonomiyi uçuruyoruz” dendi; halkın bütün ekonomik kurumları satılıp bedeli darül harp anlayışılı ihalelerle yandaşa akıtıldı transfer edildi.
“Darbe Anayasası” dendi; 130 maddesi 97 kez değiştirildi, hileli ihale ve referandum ile denetimsizlik ve oransız zenginlik gerçekleştirildi; seçim kazanıldı.
Adalet, muhalifi sindiren kamçı haline getirildi; seçim kazanıldı.
Oylamanın bitmesine saatler kala kural değiştirildi; cezadan kurtulmak için kanun çıkarıldı…
“Teröristleri ayak numarasına kadar biliyoruz; terörü sıfırladık” dendi; TUSAŞ’ın bile korumasız olduğu ortaya çıktı.
“İki ayyaş” tanımlamasından sonra; “Atatürk on yıl daha yaşasaydı Türkiye daha iyi olurdu” dendi; “Atatürk’ün askerleriyiz” diye sevinç gösterisinde bulunan Harp Okulu mezunlarının Ordu’dan atma süreci başlatıldı…
En son ve en dramatik yalan; enflasyonun bunalttığı halkı aldatmak için teğmenlerin “kılıç çatma” olayı ile gündem değiştirmek oldu: Triolu uçak gezisi dönüşünde, “İsrail Türkiye’ye saldıracak” dendi; İmam Hatiplilere “kılıçlar kime çatıldı” diye soruldu.
“Dindar ve kindar” denilenlerin durumdan görev çıkarması umuldu!
*****
Yalan ve çıkar anlayışı o kadar olağanlaştı ki; ne ahlak, ne din, ne yasa engel oluyor. O nedenle insanlık “musalla taşı” üzerine konuldu: Tekirdağ’da iki yaşında, Diyarbakır’da sekiz yaşında iki kız çocuğumuzun dramıyla sarsılan toplum; Selçuk’ta ekmek parası için çöp toplamaya giden annenin beş çocuğunu yangına kurban vermesi haberiyle yıkıldı.
Tıpkı çürümüş bir ağacın yıkılması gibi!
Kronikleşmiş iktidar; demokratik laik hukuk toplumunda yarattığı her çöküntüye; ustalıkla mazeret buluyor. Toplumsal öfke ve muhalefeti geçiştiriyor. Daha dramatik gündem maddeleriyle sorunların üstünü örtüyor, zamana yayıyor; sulandırıyor.
Anayasa değişikliği konusunda olduğu gibi.
22 yıldır keyfe göre uygulanan, Kanun Hükmünde Kararnameler ile etkisiz hale getirilen, gereğinde ayak altına alınan Anayasanın; yeni bir değişikliğinden söz ediliyor. Acaba daha iyi çiğnemek için midir?
Yasaya uymayanların “yeni bir Anayasa” talep etmesi dünyanın neresinde samimi görülmüş?.
Ya da uymadığı açıkça görülen birinin talebi, nasıl inandırıcı bulunur?
TBMM’nin kabul ettiği “Kadın ve Çocuğu Koruma” yasası bile bir “tek adam” imzasıyla değiştirildiğine göre; yeni değişiklikle kadın ve çocuklara daha uygar haklar mı getiriyor?
Anayasaya rağmen 3. kez seçilenin saltanata gidecek 4. seçimini mi garanti eder?
Öyleyse iktidar mensuplarının amaçları demokratik haklar mıdır diye sormak gerek:
. Hükümetin Kadın ve Çocuktan sorumlu bakanı, çocuk tecavüzleri için; “bir defadan bir şey olmaz” der mi?
. İktidar partisinin başkanvekili hanımefendi (Özlem Zengin), gecekondumsu evde yanan beş çocuk için; “Melisa Akcan da az doğursaydı, bakamıyorsa doğurmasın” der mi? Genel Başkanının “en az üç çocuk doğurun” dediğini unutmuş gibi yapar mı?
. 22 yılda sosyal devleti yok edip sadaka devleti anlayışını yerleştiren iktidar; devlet yardımıyla geçinenler sayısını on kat arttırdığı ile övünür mü?
AKP’nin kurucu üyeliğini ve Başbakanlığını yapmış olan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu; “alnı secdeye değenlerin iktidarında bunları mı yaşayacaktık” (5 Kasım) demek gereği duyar mı?
Ve ardak gibi bunca çürüyen, ayakta kalır mı?