KOLTUĞUN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Doğu toplumlarında gösteriş, her değerden önce gelir. Dolayısıyla insanlığa değer katan veya katma değer yaratan iş ve eylemler yerine, gösteriş ve şatafat ile fırsatlar israf edilir.
Örneğin Türkiye. Tipik bir Ortadoğu toplumu olmak anlayışını aşılamıyor. Demokratik değerler özümsenmiyor. Bunun doğal sonucu olarak “tek adam” veya “lider” ile mucizeler umarak ömür tüketiliyor.
Populist şaklabanlar, hiç kuşku yok, hemen gerekçe bulurlar. –Atatürk de tek adam idi- diyeceklerdir. Oysa Atatürk; zamanın koşullarını kişisel nitelikleri ve engin yurtsever düşünceleriyle harmanlayarak batmakta olan bir imparatorluğu kurtarma aklıselimiyle umut vermiş. Olanaksızlıklar içinde çağdaş bir devlet var etmeyi başarmıştır. Bunun için halk ona “lider” ve “tek adam” değerini vermiştir.
Az gelişmiş ve Ortadoğu kültürünü aşamamış toplumlarda ise; modern üretim kurumlarıyla değil, Allah vergisi doğal kaynaklar (petrol gibi) ile saray yaşamı sürdürülüyor. Fakir fukara da o lüks yaşama gıpta ederek o kimseyi “lider” sanıyor. Arkada söven, yüze gelince “padişahım çok yaşa” ikilemi içinde cehaletini aşamıyor.
Ne yazık ki Türkiye de böyle bir görüntü verir. Tanzimat ile başlayan, birinci ve ikinci meşrutiyet ile devam eden uygarlaşmaya dönüşüm niyeti; Mustafa Kemal öncülüğündeki “Kurtuluş ve Kurucu” irade tarafından hayal olmaktan çıkarılmıştır. Kefen bezi bile bulamayan padişah kulu bir halktan, Türk mucizesiyle özgür yurttaş ve hukuk toplumuna ve refaha gidişi gerçekleştirmiştir. 1929 dünya ekonomik bunalımı ve İkinci dünya Savaşı gibi krizilere rağmen laik, demokratik sosyal hukuk devleti olmak ülküsünü gerçekleştirmiştir.
Debdebe ve koltuğun dayanılmaz hafiliği de bu noktan itibaren nüksetmeye başlamıştır. Rahmetli A. Menderes’in “siz isterseniz şeriatı da getirirsiniz” popülist söylemiyle Amerika’nın daha 1946’larda Türkiye’ye vermek istediği rotaya yönelim başlatılmış. Giderek saltanat ve hanedanlık özlemi büyütülmüş. Sonunda, Anayasa ve yasaları çiğneyerek ortaçağ yaşam tarzını kitlelere telkin eden zamane yöneticiler ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Türk ulusunun yaşadığı sendrom, demokratik kural ve kurumları değersizleştirilmesine ve “şahıs devleti” yapılanmasına gidişin ortaya çıkmasıdır. Böylesi yapıda kral, padişah, sultan gibi kişiliğin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
******
Yirmi bir yıldır kesintisiz şekilde Türkiye’yi yöneten AKP hükümetleri; koltuğun gücü ve temsili olanaklarıyla kendisini vaz geçilmez kılmıştır. Demokrasinin gerektirdiği çoğulcu yapı yerine, lider sultasını kabul etmiş. Eski çağlardaki mutlakıyet rejimi ve otokrasi kutsanıyor. Hükümet, kendisini devlet olarak görüyor. O nedenle Anayasa, yasa, parlamento ve kuvvetler ayrılığı gibi demokrasinin aygıtları tek bir kişinin iki dudağı arasına konulmuştur.
Bu antidemokratik durumun gerçekleşmesi için, hakkı teslim etmek gerekirse, AKP çok uğraş verdi. Önce “koalisyon” sistemini kötüleyerek şimdi “Fetö” denen yapıyla işbirliği yaptı. Dikeni hain Fetö örgütü eliyle çıkarttı.
Atatürk’ü hedefe oturttu. Resimlerini ve “T.C.” rumuzunu resmi kurumlardan kaldırdı. “Laik” ilkeyi ilahiyat çevreleriyle birlikte “dinsizlik” olarak zihinlere çaktı.
Açılım diyerek Türk ordusunu kumpaslarla cendereye aldı. Bölücü örgüt başını memnun etmek için Genel Kurmay Başkanı, -terör örgüt lideri- denerek zindana tıkıldı.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin yürütmeyi zaafa uğrattığına tabanını inandırdı. Üstünlerin hukukunu geçerli kıldı.
Devlet kuran Osman Bey’in, çağ değiştiren Fatih’in değil; imaparatorluğun çöküşte olduğu dönemde saray yaşamını takviye eden, Galata tefecilerinden medet uman, devlet parçalanırken 16 yaşındaki kızla dördüncü evliliği gerçekleştiren, hazır yiyici Osmanlı kimselerin torunu olmakla övündü.
TBMM’ini baypas ederek yasama ilkesini KHK ile ifa edildi.
Piyasa fiyatlarında ve oransız karda aramadıkları “nas”ı, uluslararası piyasa kurallarının önüne koyarak enflasyonla milleti terbiye ettiler. Çünkü ne kadar cahil ve aç kalınırsa, himmete sığınmak o denli kolaylaşıyordu.
Dilde düşürmedikleri Allah (cc) korkusunu duymadan kendilerine biat etmeyen herkesi “adalet” sopasıyla hizaya getiriyorlar. Son örnek, yeni bir kumpas ile gazeteci Merdan Yanardağ’ın, hem de bayram günü, yöneltilen iftirayla zindana konması oldu.
“Yaşasın demokrasi kahrolsun istibdat” diye ortaya çıkan “Asena”yı bile dut yemiş bülbüle döndürdüler. Ülkücü akademisyenin katilini bulma vaadini unutan muhalefetin ikinci büyük partisi, Türk basının yüz akı Merdan’a yöneltilen namertliğe alkış tutar hale getirdi!
Menemen sokaklarında olduğu gibi ve Madımak katliamından sonra; Türkiye genelinde yeni Derviş Vahdetilerin görülmesine ramak kaldığı görünüyor.
Devleti kendi iktidarı saydıkları için, her türlü demokratik kural ve değeri ayaklar altına aldılar. İktidar, devletin maddi-manevi her türlü olanağını kullanarak ve muhalefete zerrece demokratik saygı duymayarak, bir seçim kampanyası yürüttü. Birisi mahalle kavgasında dahi söylenemeyecek kelimelerle hakaret etti. Birisi muhalefeti “gavur” ilan etti. Hızını alamayan bir diğeri ise; “düşmana oy vermeyin” dedi. Montaj video ve dublaj pankartlarla vicdanları kanatıldı. Millet\ulus; iki cepheye bölündü; ötekileştirildi.
Böylesi koşullarla milleti seçime götüren bir bu zevat; özgür, güvenli ve demokratik bir seçim gerçekleşebilir miydi?
Ramazan ayının duygusallığı ve depremin yarattığı moralsizlik içindeki halkın iftar sofralarıyla mabetlerde, Fetö ve PKK konumundaki IŞİD (ve el-kaide, el-nusra, boko-haram vb) iltisaklı partiyle işbirliğini ve mutfaklardaki yangını mazur gösterme istismarından dahi utanmadılar.
Sonuçta koltuk sevdası uğruna teokrasi yolunun taşları döşendi.