KUDÜS MÜ DÜŞTÜ SİSİ Mİ KAZANDI
Yıl 2010
Mavi Marmara Gemisi Gazze’ye insani yardım götürüyordu.
İsrail; uluslararası sularda olan Mavi Marmara’yı vurdu. 10 gönüllü yurttaşımızı öldürdü.
Başbakanımız; “giderken bana mı sordunuz” dedi. Ölen gönüllü yurttaşlar ile İHH’e çıkıştı.
Sonra; ölenler için tazminat vermesi için İsrail’le anlaşma yapıldı. İslami hassasiyet içindeki “İsrail düşmanı” çevreler hop oturup hop kalktılar.
Ama Başbakan için önemli değildi.
Böylece radikal İslamcılar ile partisinin bir yol ayırımına gelmiş olduğunu açıklamış oldu. Daha Fetullah ve Cemaatı ile sarmaş dolaş şekilde, aynı yolda yürümeye, aynı yağmurda ıslanmaya devam ediyordu.
Güdümlü yandaş basın; İsrail Başbakanı Netanyahu’nun savaş suçlusu olarak yargılanmasını isteyenleri suçlu göstermeye başladı.
Hindistan’dan dönerken Başbakana soruldu: “AKP içindeki siyasal İslam tasfiye mi ediliyor?” diye Başbakan da; “bir siyasi partinin çalışmalarına İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayırım yapmak zaten yanlış…” cümlesiyle cevapladı.
“Tekkeye mürit aramıyor” idi.
İş, “şirazesinde çıkarılmaz” idi.
Kudüs duyarlılığı nedeniyle kimsenin AKP’yi eleştirmeye hakkı olamazdı!
Köprülerin altından yeni sular akmaya başlayınca da; “İçimizdeki Mescid-i Aksa’ları yıkmak isteyen hainler” diyerek gürledi.
“Mekke kaybederse ümmet dağılır, Kudüs düşer” idi.
Düşmemesi için Cuma sonrası camiye kürsü konarak miting yapılmalıydı. Seccade kutsanarak “uluhiyet sloganlı mücahitleri” motive edilmeliydi.
Ancak bu yolla secde eden bir başa yakışmayan ağız mazur gösterilirdi!
***
Bir toplum için önemli olan neydi?
Demokratik rejim bir toplum için ne ifade eder?
Kazanmak için her şey mübah mıydı?
Din mi ahlakı, ahlak mı dini doğururdu?
Bu soruların yanıtıyla anlaşılırki dini olmayan her insanın ahlakı oluyor. Ama dini olan her insanın ahlakı olmuyor!
Gerçekte ahlakı olmayanın dini olmazdı. Çünkü Allah korkusu duyan hiç kimse; yalan söylemez ve iftira etmezdir. Tabi insan hakkı da yemezdir. Biliyoruz ki bütün dinlerde en büyük günah; yalan ile iftiradır.
Zira, bütün ahlaksızlıkların ve kötülüklerin anası yalandır. İftira ve adaletsizlik doğurur.
İkinci derecedeki büyük günah ise; adaletsizliktir. İnsan onuruna saygısızlıktır.
Peygamberler de, din uluları da adaleti mülkün temeli kabul etmiştir. Yani dinin, adalet olduğunu ifade etmişlerdir.
Uhrevi ifadelerde ise; devlet dininin adalet olduğu belirtilir. Bundan ve semavi inançtan hareketle; demokratik modern dünya dininin adalet olduğunu söylemek gerekir. Zira insanlık onuru ve insan hakları, ancak adaletle sağlanır. Bu anlayışla adil toplum ve adil kişi; demokrat ve laik kimse olarak kabul ediliyor.
Peki Türkiye’de anlamına uygun adalet var mıdır?
Demokratik ve hukuki eşitlik, gerçek anlamıyla geçerli midir?
Üretim ve yurt savunmasında en önde olan yurttaşlar; üleşim, eğitim, sağlık hizmetleri ve temsil konularında eşit olmazlarsa nasıl adaletli bir toplumda olduğunu kabul edeceklerdir.
Örneğin bir trafik kazasında kanun, üreten bir emekçinin değeri ile bir varsılın değerini eşit sayıyor mu? Ya da bir sade yurttaşın yaşamına biçtiği değerle bir aristokratı, bir burjuvanın veya bir feodalın yaşamına biçtiği değer eşit midir?
Halbuki her insan doğarken ve son yolculuğa çıkarken eşittir. Üryandır.
Bunları gözetmeyen bir kimse veya toplumun ahlak ve dini ne anlam ifade edecektir!
O nedenle Türkiye’de yapılan bir yerel seçimde; en tepe yönetici, kendi adayı karşısındakini karalamak için; “B mi kazansın Sisi mi” diye halka haykırışına kimse ses çıkarmıyor!
Öyleyse; yaşasın Türk işi demokrasi ve hukuk!