İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

KÜRT SORUNU MU SALTANAT VE DEMOKRASİ SORUNU MU

KÜRT SORUNU MU SALTANAT VE DEMOKRASİ SORUNU MU

Türkiye, son 40 yıldan beri Osmanlı’nın son yüzyılında ortaya çıkan bir sorunla enerji kaybediyor. Osmanlı eyalet beyi olan Bedirhan Ağa; Tanzimat yapılanması ile imtiyaz kaybetti. Bunun üzerine ve devletin kamulaştırma bedelini beğenmeyerek isyan edince; ilk kez ortaya “kürt ağa meselesi” ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecinde de ivme kazandı. İngiltere; Fransa ve Çarlık Rusya ile birlikten İstanbul hükümeti ile birlikte bu “meseleyi” Anadolu Kurtuluş Savaşı aleyhine kullanmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalistler, Kuva-yı Milliye’nin özgürlük ateşini söndürmek amacıyla “müslim azınlık” olarak kullandı.

     Emperyal “düveli muazzama;” azınlık sorunlarıyla Osmanlı Saltanatını dize getirmişti. Mondros Mütarekesi ile de teslim aldı. Sevr Antlaşması’na razı hale getirdi. Batı Anadolu’daki 7 il ile yetinmek zorunda bıraktı. Ancak “Çanakkale Kahramanı” olan liderin organizasyonuyla Kuva-yı Milliye özgürlük ateşi harlandı. Emperyal güçler, Mudanya Mütarekesi ile pes etti. Lozan Antlaşması ile Türkiye Devleti’ni selamlamak zorunda kaldı.    

     Selamlamaya selamladılar, ama yitirdiklerini de tahsil etme fırsatı bulunana kadar cebine koyarak zamana bıraktılar.

     Başta İngiltere olmak üzere Dünya Savaşı’nın galibi olan emperyal devletlerin önceliği; Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi yeni bir “azınlık” var etmek stratejisi uygulamaktı. Türkiye’de inanç ve etnik boyutlu sorunlar yaratmak için sinsi çalışmaları sürdürdü. En büyük aparatları da şeyhler ve tarikatlar oldu.

    Aslında Hristiyan azınlık yerine, mezhep ve tarikatlar ile ırki ayrıştırma tohumları, özenle ekilmiştir. Zaten Osmanlı Devleti, yok olurken gayrimüslim tebaayı sahiplenen Düvel-i Muazzama karşısında, Müslim tebaayı etnik ayrıştırma içine koyarak kurtuluş yolunu aramıştı. Saltanatı kurtarmak amacıyla saray, işgalcilerle iş birliği geliştirdi: Sadrazam ile ayan üyesi bir şeyh organizasyonuyla “Kürt Teali” ve benzeri cemiyetler kurdu. Meşihat teşkilatı fetvalarıyla Kuva-yı Milliye üzerine “halife ordusu” saldı. İngiliz istihbarat teşkilatı da şeyhler ile tarikatlar aracılığıyla Kuva-yi Milliye güçlerini ve liderlerini dinsiz olarak yaftaladı.

    İngiltere ile Fransa; Paris Konferansı’nda yerini Amerika Birleşik Devletleri’ne bıraktı. Artık dünyaya şekil veren yeni emperyal güç Amerika ve strateji de “Wilson Prensipleri” oldu.

    Saltanat ve hilafet sistemindeki statülerini yitiren saltanat kadroları; imparatorluk küllerinden doğan genç devleti çökertmek amacıyla o günlerden beri emperyalizm ile iş birliğini kutsal görev sayıyor. En büyük silahları da inanç ve etnik sorununu kaşımak oluyor. Yeni bir azınlık sorunu yaratılarak Türkiye Cumhuriyeti için zafiyet haline getirildi. BOP ve BOP Eş Başkanı ile Türkiye sınırında yeni sınırlar çiziliyor.

                                   *****

     İkinci Dünya savaşı sonrasında dünya; Doğu ve Batı olarak iki cephe halinde “soğuk savaş” dönemini sürüklendi. Dünya savaşlarının galipleri; özgürlükler ve demokrasi havarisi gözüken bir misyonla, dünyayı gerilim içine soktular. En büyük düşman, kitlelere “dinsiz Kominizm” olarak tanıtılan sistem gösterildi. Onun karşısında İslami odaklar harekete geçirildi. NATO konsepti ile devletler; “derin devlet” ve “gladyo” organizasyonları içine sokuldu. Türkiye “ileri karakol” haline getirildi. Vatandaş, Drakula fobisi içinde “Yeşil Kuşak” militanı yapıldı.

      Türkiye hem şeriat sistemi, hem etnik yapılanma istekleriyle kardeş kavgaları içine itildi. Amerika, daha 1946’lı yıllarda Türkiye’nin hilafeti yeniden getirmesi öğüdünde bulunmuştu. Soğuk Savaş sürecinde demokratik laik hukuk sistemi ile devletin kurucu ve kurtarıcı kadrolarına düşmanlık biletilerek yerli azınlıklar sorunu var edildi. Türkiye’nin son kırk yılına mal olan ve adına “Kürt Sorunu” denilen ayrılıkçı terör azınlığı sorunu bu aşamada var edildi. Bunun panzehiri de, “dindar ve kindar” nesil var edilerek Atatürkçü ilkelerden uzaklaşan bir rejim değişikliği zihinlere yerleştirildi. Yirmi yılı aşkın süredir iktidar uğruna her yolu mübah görülmesiyle adım adım gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

                                     *****

    Yanıtı aran soru şudur: Türkiye’de yaşanan “Kürt sorunu” mudur; yoksa bir “demokrasi” ve “saltanat” sorunu mudur?

    Bugün “Türkiye Cumhuriyeti” adından hareketle etnik ayrıştırma gerekçeleri öne sürülüyor. Türkiye sözcüğü, bir etnisite adı olarak istismar ediliyor. Karşısına Kürt etnisitesi terör olarak konuyor. Oysa herkes de çok iyi biliyor ki kurtarıcı ve kurucu lider; “Türkiye Devleti’ni kuran halklara Türk halkı denir” diyerek daha işin başında istismarların yolunu kapatmış. “Ne mutlu Türküm diyene” vurgusuyla da devletin adındaki “Türkiye” sözcüğünün “Türk ırkı” ifadesi olmadığının altını çizmiştir. O nedenle gerçek her yurtsever; “Atatürk milliyetçiliği” ifadesiyle etnik anlayıştan uzak oluşu belirtmektedir.

     Türkiye’nin bölünmesini veya laik rejimden kopartılmasını isteyen çevreler, özellikle bu konuyu son derece kötü niyetle istismar etmekteler.

     Bilindiği gibi “Batılı” emperyalistler; Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları için de “Türk” tanımlanması yapagelmişti. Osmanlı İmparatorluğunun parçalandığı süreçte ayağa kalkan, Anadolu’yu kurtarıp yeni bir devletin yurdu olarak tescil ettiren “Kuvva-yı Milliye”ye de Çanakkale’de dedikleri gibi; “Türkler” diyerek tanımladılar. Dolayısıyla İmparatorluğun da namusunu kurtaran Kuvayi Milliye güçlerinin kurdukları devletin adı; emperyalistlerin ifadelerinden doğmuştur. Bu nedenle ve belki de “Anadolu Devleti” adının konmasını önlemek, gelecekte etnik istismarlara gerekçe yaratmak gibi gizli amaç güttükleri söylenebilir.

     Ne mutlu ki kurucu irade, her türlü tuzağı sezinlemiş: İlk günde “Türkiye Devleti’ni kuranlara Türk halkı denir” şeklinde bir açıklama yapmanın gereğini duyumsamıştır.

                                         *****

    Türkiye’nin günümüzdeki gerçek sorunu; halkın ekonomik ve demokrasi sorunudur. Çünkü egemenliği saraydan alıp halka veren, halkı padişah kulu olmaktan çıkarıp özgür yurttaş yapan; Kuvayi Milliye önderi ve kurucu liderdir. Türk halkının bir etnik halk tanımı olmadığının altını özenle çizmiştir.   

     Atatürkçülük adıyla anılan ilke ve devrimlere karşı yapılan kışkırtma, kin ve düşmanlık; saltanat ve meşihat arzusundan başka bir şey değildir.

     Toplumcu, fakat göçer kökenli olan idealistlerin geçmişte kurdukları imparatorluklar; kurucu iradeyi-unsuru dışlamaya başlamalarından itibaren çöküşe geçmişlerdir. Asıl unsurlarla yabancılaşma; yönetenlerin saltanat ve saray safahatına dalmalarıyla başlamıştır. Saray ve hanedanlık israfları, devlet adamlarının rüşvete doymamaları vb nedenlerle imparatorluk, iflasın eşiğine gelmiştir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu; 1881’de kurulan Duyun-u Umumiye idaresi ile ekonomik bakımdan fiilen bağımlı hale gelmiştir. Alacaklılar da devleti paylaşmak konusunda anlaşmak konusunda gerekçe buldular..

     Koca bir imparatorluk; hanedan ve saray ile yönetici ve meşihat kadroların ihanete varan açgözlülük ve müsriflikleri yüzünden batmıştır. Borçlar nedeniyle bağımsızlığını yitirmiştir. Bir yangının külleri üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne, 1954 yılına kadar ödenmesi süren borçlar miras bırakmıştır. Bırakılan daha ağır yük ise; o sistemden beslenen saltanat severlerin kinidir.

     Söz konusu kinliler devletin değil, devleti soyma olanağı veren saltanatın davasını sürdürüyor. Muhammedi dini değil, müminleri cahil bırakarak sömürenleri ve insanları “Allah ile aldatanları” sevmekteler. Ağa babaları olan Amerika gibi özgür düşünceyi “yeşil kuşak” öğretisiyle ile sarıp uyutmaya çalışmaktalar.

                                          *****

     Asya’nın göçerleri, zorunluktan yeni yaylaklar ararlarken Anadolu kapılarına gelmişti. Yüzyıllarca Roma ve Bizans imparatorluklarından yılmış olan Anadolu yerlileri olan Ermeni ve Kürt halkı ile müttefik ve bütün olmuşlar.  Bunu sonucunda Alparslan’ın elli bin kişilik ordusu; Malazgirt’te iki yüz elli bin kişilik Diogen’in ordusunu yenmiş; Anadolu’yu kalıcı ve ortak yurt etmiştir.

     Bizans ordusunda bulunan putperest Asyalı askerler ile kimisi daha Müslüman bile olmamış Kürtler ile Asya’nın göçerleri, Selçuklu güçleriyle yürek birliği yaparak Anadolu’ya sahip olmuş. Hem dindaş hem gönüldaş olanlar için “Kürt Sorunu” var mıydı?

     O günden beri bir TÜRKÜ olmuşların, bugün yaşadıkları sorunu etnik sorun olarak kabul etmek olanaklı değildir. Emperyalizmin BOP’u gereği sürdürülen ayrılıkçı terörist azınlık sorunu olarak görülmelidir. Gerçek sorun; aynı halkın saltanat ve şimdi de saltanatçı yöneticiler karşısında duyumsadıkları sorundur. Yani;  

     Eşitsizlik sorunudur.

     Ötelenmişlik sorunudur.

     Yoksulluk sorunudur.

     Saray ve hanedan anlayışlı yönetim sorunudur.

     “Komşu komşunun külüne muhtaç” atasözüne uyulmaması sorunudur.

     Yönetenlerin Anayasa ve yasalara uymama sorunudur.

     Kurucu liderin “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin taammüden yok edilmesi sorunudur.

     Adım başı cami inşa edilmesine rağmen toplumsal ahlakın yok edilmesi sorunudur.

     Cehaletin kutsanması, saltanata reaya var etmenin yarattığı sorundur.

     Okula, camiye, kışlaya siyaseti sokma sorunudur.

     “Tasada ve kıvançta bölünmez bir bütün olanı, iktidarı uğruna parçalama girişimleri sorundur.

     Kısaca demokrasi, özgürlük ve hukuk sorunudur.

     Fakat her şeye rağmen bir gerçek de iyi bilinmelidir:

     Bu topraklar üzerinde yaşamakta ve “etle tırnak” olmanın ötesinde bir “türkü” olup Kurtuluş Savaşı vermiş olan Anadolu halkı; asla ırk, din, tarikat vb böl-parçala-yönet anlayışındakilere fırsat vermeyecek kadar, deney ve sabır sahibidir… 

<