LEJYONONER GÖREVLİLER VE SAĞLIK KURUMLARI
12 Mart 1971 darbesinden sonra devleti yönetenler; bankaların kendi kendilerini koruma konusunda bir karar aldılar. Bunun üzerine bütün bankalarda birer koruma görevlisi görmeye başlamıştık.
12 Eylül 1980 darbesinden sonrakiler ise; devletin polis ve jandarmasından oluşan güvenlik kuvvetlerini yeterli bulmayarak; devlet kurumlarının özel güvenlik kuvvetleri oluşturmalarına karar verdi. Böylece lejyoner güvenlik güçleri hayatımıza girmeye başladı.
Ben ilk kez vilayetin alışıla gelen yapısının ötesinde, adeta bir garnizona dönme abartısıyla dramatik dönüşü fark ettim. Valinin bile o zamana (1974’e) kadar bir tek koruma polisi vardı. Fakat Faruk Sükan İçişleri Bakanı olunca; ilde ne kadar yıllanmış polis memurları varsa, başka bölgelere tayin etmek yerine, hepsini valilik başta olmak üzere çeşitli kamu kurumlarına “korumacı” olarak gönderdi. Onlarda gittikleri yerlerde kendilerine göre bir birim kurdular. Hani “vur denince öldürdü” misali. Sanki o güne değin vatandaştan ecinniler korumuştu kamu kurumlarını.
Öteden beri polis ve jandarma birimlerinden emekli olanlar çeşitli yerlerde çalışıyordu. Fakat bu uygulamanın başlamasıyla, artık bir işte çalışma yerine, o işte bir güvenlik birimi kurma çabasına girdiler. Üstelik bu güvenlikçiler, kamu görevlisi üniforması ve silahı ile de donatıldıklarından; Emniyet Genel Müdürlüğü veya Jandarma Genel Komutanlığı gibi yetkin ve etkin olmaya başladılar.
Her zaman ve her koşulda anomali örnekleri görülebilir. Örneğin bütün özene rağmen bir su şebekesinde veya bir elektrik şebekesinde yüzde üç-beş oranında kaçak olur. Güvenlik kuvvetlerinin dikkatine rağmen suikast veya girişimleri de olabilir. Nitekim ABD Başkanı, dünya jandarmalığıına soyunmuş bu devletin güvenlik birimleri ve CİA’sına rağmen vuruldu. Ya da Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Özal’a suikast girişimi gerçekleşti. Ancak bu yüzden ne Amerikan Cumhurbaşkanlığı, ne Türkiye Cumhurbaşkanlığı kamu kurumlarını garnizon haline getirme gereği duymadı.
Türkiye’de resmi görevlilerden sonra; özel oluşturulan lejyon güçleri ile her yer donatılmış bulunuyor. Örneğin İstanbul’da adliye binalarına girişler; bir askeri veya emniyet garnizonuna girmekten çok daha zorlaştırılmıştır. İstanbul’da bir savcının hain bir suikaste kurban olması bahanesiyle; kapılara dikilen lejyonerler, vatandaşları bizar noktasına getirmekteler.
Hadi kapı girişindeki arama hassasiyetini anlayalım. Ama örneğin, bir savcıya ulaşmak için bile “kraldan kralcı” kimseleri aşmayı gerektiriyor!
Gözlemlenen o ki; kendi görev alanlarını daha genişletmek ve kurumda çalışanları kendilerine mihnetli kılmak çıkarcı saikiyle işgüzar kesiliyorlar.
Başta Adalet Bakanı olmak üzere ilgili bütün görevlilerin bu konuya eğilmeleri gerekir. Çünkü Adliye binaları, dışa kapalı birer garnizonlar değildir. Tersine, adalet dağıtan yerler olarak sıcak ve güven verici olmak durumundadırlar.
*****
YURTTAŞ KAMUYA MI ÖZELE Mİ GÜVENSİN?
Bazı uygulama veya tasarruflar, özde devleti aciz gösterme ölçüsüne vardığı için, bir an önce terk edilmesi gereklidir. Bunlardan biri yukarıda belirttiğim lejyone güvenlikcilerin daha halkçı ve daha munis olmalarını ve fakat kraldan daha kralcı olmamalarını sağlamaktır.
Aynı derecede önemli olan bir diğer uygulama da, uygulaması başlatılan “arabuluculuk” sistemidir. Adalet Bakanı; “nasıl olsa mahkemeler bilirkişi raporları alarak karar veriyor…” diyerek gerekçe gösterse de, gelecekte çok tehlikeli olacak bir uygulamaya halkı inandırmaya çalışıyor. Halkın eğitim ve sağlık sistemlerinde olduğu gibi, buradaki tehlikeyi anlamasına kadar ay bacayı geçmiş olunacaktır.
Mahkemelerde yargıçlar, teknik gereksinim duyabilirler. Bunun için uzmanlardan yararlanabilirler. Mahkeme harçlarına göre mütevazi bilirkişi ücretleri kararlaştırabilirler. Ama uygulama yerleşince bu ücretlerin yargıç tarafından mütevazi oranda tutulması gibi tutulması olanaklı olacak mıdır? Hiçbir avukattan veya barolardan bir itirazın yükselmemesi, neyin göstergesidir?
Özel hastahaneler hastayı müşteri gibi görüyor. Fiatları el yakıyor! SGK’nun ödediği farklar, başlangıcın tersine, artık dişin kovuğunu bile doldurmuyor. Üstelik bu özel kurumlar, kamu sağlık sistemi içinde yetişmiş ne kadar yetkin ve yetişkin eleman varsa transfer etmekle, devlet sektörüne katkı yerine sekte veriyor. Kamu hastahaneleri yükünü hafifletmekten (paralel maliyetten) kaçınıyor.
Artık -parası olan tedavi olsun, parası olan eğitim görsün- noktasına gelinmiştir.
Hastalar, devletin verdiği krediyle ortaya çıkarılan özel hastahenelerin kapısında geçemez durumdadır. Acil servislere bile kabul ediliyor. Devlet hastahaneleri ise; tecrübesizlik, imkansızlık, randevu verememezlik, çabuk sonuçlandırmamak ve yetişkin tabipsizlik gibi nedenlerle adeta özel hastahanelere gitmeyi zorunluyor!
Çeşitli ticari kuruluşların sahibi her yurttaş, kuşkusuz siyaset yapma hakkına sahiptir. Ama Özel okulları olan veya özel hastahaneleri bulunan tacir kimselerin kamu görevine gelmeleri veya getirilmeleri etik midir? Yoksa sağlık ve eğitim sorununa katkı mı yapıyor?
Ya da Özel Güvenlik Kuvvetleri (Lejyoner güç) böylesi ticari bir iş olmuyor mu?
Öyleyse sorulması gerekir: Devlet herhangi bir ticari kurumdan, işçi ve memurlarda olduğu gibi, her ay resen gelirini neden tespit etmiyor; vergisini peşin olarak neden tahsil etmiyor?
Bu koşullarda vatandaş kime güvenecektir. Ya da uğruna seve seve şehit olduğu topraklarda yaşamayı güçleştirenlere nereye kadar sabredecektir!
Beyin göçünün temelindeki sorun neden anlaşılmak istenmiyor?
tepe1616hotmail.com