MUHTAÇ HALE GETİRMEKLE ÖVÜNMEK!
MUHTAÇ HALE GETİRMEKLE ÖVÜNMEK!
İnsanlar, insanlık onuruyla bağdaşan iş ve eylemler ile onurlanırlar. Bu nedenle hem övünürler, hem övülürler.
İnsanlık onuruyla yaşamak; devletin meşru olanakları içinde emeğiyle kazanmak ve çağdaş toplum standardına yaşamaktır.
Bir ülkede topluma yararlı iş ve eylemlerde bulunanlar; halk tarafından takdir edilip övülür. Övülen kişi yakınları bile bundan onur ve itibar kazanır.
Oysa ülkemizde; birçok etik ve demokratik değerler gibi; övünç ve itibar ifade eden değerler de ayağa düşmüştür. Çünkü artık “ne pahasına olursa olsun” köşe dönmek ile övünülüyor ve övülüyor! Bu yüzden toplum; sosyolojik olarak depresyon yaşıyor. Hem “kır şişeyi dön köşeyi” diyor. Hem “kefenin cebi yok” diyor.
Halkın insanlık onuruna yakışır şekilde yaşaması; ancak “ahlak”” ve “din” gibi toplumsal değerlerin yükselmesiyle gerçekleşir. Bunun ortamı da devleti yönetenler tarafından sağlanır. Ama ne yazık ki yönetim; tam tersi bir statüko yaşatıyor. Onurlanmak, övünmek, itibarlı olmak için gerekli olanaklar halktan esirgenmiştir. Üstelik toplumsal değerlere aykırı iş ve eylemler ile takdiri; giderek çoğunluk hale geldi, olağanlaştı.
*****
Bilinen şekliyle demokrasi; denenmiş yönetim sistemleri içinde en az kötü olanıdır. Bu anlamda en iyisidir. Nedeni ise; yurttaşlara belli periyotlarla yöneticilerini sandıkla-oyla belirleme olanağı vermesidir.
Ancak tek başına “sandık” demokrasi için yeterli olmadığı da görüldü: Nitekim egemenler; dinlere karşı olduğu gibi demokrasiye karşı da; her türlü yolu deniyor. Sandığı etkileyerek demokrasiyi saptırıyor.
Demokratik toplumlardaki egemenler; işbirlği içindeki feodal yapı ile siyasilerdir. Geleneksel feodal yapıya ek olarak ekonomik ve devlet gücü de kullanarak etik, etnik ve inanç değerleri istismar yöntemi kullanıyor. Yoksulun sandığa atacağı oyu yönlendiriyor!
Örneğin Birinci dünya Paylaşım savaşının başlamasına ve dünyanın kana bulnmasına neden olan Adolf Hitler; halkı “Üstün Cermen ırkı” sloganıyla ipnotize ederek oy toplamış; sandık yoluyla iktidar olmuştu. İtalya’dan İspanya’ya; Güney Amerika’dan Havai adalarına kadar demokrasiyi saptıran böylesi örnekler çoğaltılabilir.
Bu bağlamda Türkiye’deki gerçeklere bakıldığında; benzerliklerin yaşandığı görülür: Son yıllarda “tek adam” rejiminde iktidar olan siyasi misyon; giderek bir “Sultanizm” statüsü var etmiştir. Hitler’in “Cermen Irkı üstün ırktır” megalo ideası gibi; laiklik karşıtı “dindar ve kindar” slogan ile “çalıyorlar ama çalışıyorlar” anlayışı meşrulaştırılıyor. “Sosyal Devlet” yerine bir “Himmet Edenler Devri” veya “Sadaka Devleti” inşa ediliyor. Devamı olduğumuz Osmanlı Devleti’ni çöküntüye götüren “Halet Efendi” devri ihya ediliyor!
Bu gidişat; “demokrasi bir tramvaydır, binilir ve istendiği yerde inilir” benzetmesiyle başlatıldı. Sonra da, Stalin’in tavuk örneği, halk yoksullaştırılarak himmete muhtaç hale getirildi. Himmet edene minnet duymak zorunda bırakıldı!
*****
“Demokratik Sosyal Devlet” yerini, himmet ve sadaka devletine bırakmış görünüyor. İktidar ve ideologları; -ne kadar muhtaç ve cahil bırakılırsa o kadar kolay güdülür- stratejisini; dindarlık olgusuyla kaplatarak yutulan bir draje haline getirildi.
Nasıl mı anlaşılıyor bu durum?
1-Demokratik laik hukuk Cumhuriyetinin yüzyıllık istihdam ve üretim kurumları olan KİT’ler; yok edildi. Böylece hem üretim hem istihdam düştü.
2- İstihdam daraldığı için işsizlik büyüdü. Üretimsizlik nedeniyle enflasyon azdı. Toplumsal piramit, tersine döndü: “Milli Hasıla”nın yüzde 60’ı; nüfusun yüzde 20’si kadar olan egemenlerle yandaşlarına transfer edildi. Nüfusun yüzde 80’i olan çoğunluk ise; ancak yüzde 40’ı ile yetinmek zorunda kalarak fakirleşti.
3-İktidar; ihale yasasını ihtiyaç onlarca kez duydukları ihtiyaç ölçüsünde değiştirerek yandaşlara ölü yatırım olan beton üretim için büyük ihaleler verdi. Pırlanta ve benzeri lüks eşyaya KDV, yandaş müteahhitlere milyarlık vergi muafiyetleri verdi; halkın vergi yükünü arttırdı. Ülkenin muhtaç ve SMA’lı çocuklarını bırakıp “din kardeşliği” safsatasıyla çeşitli ülkelere karşılıksız yardımlarda (ianede) yapıldı. Siyasal İslam anlayışıyla Suriye ve Afganlı insanlar; “sığınmacı” gerekçesiyle yurda dolduruldu, besleniyor! Bedelini halk ödüyor.
4-Saltanatcı bir anlayışla; Ege Denizi’nin komşu gölü haline gelmesine seyirci duruldu. Fakat TSK, “din kardeşi” denen komşu topraklarına salındı. Böylece hem halkın “milliyetçi” duyguları kışkırtıldı. Hem sınırlı da olsa sınır ötesi bir savaşın gideri var edildi. Kurtuluş Savaşı’ndan beri ilk kez TSK giderleri; emperyal devletlerinkine benzedi. Bu yükün altında halkın belini doğrultması, insanlık onuruna yakışır şekilde yaşaması olanaksız hale geldi.
5-Siyasi iktidar; geçim sıkıntısına düşürdüğü halka “sabır” tavsiye ederken, kendisi ayağını “yorgana göre” uzatmamakta ısrar ediyor. Saltanatçı anlayışla; dar günü daha da daraltan; zamansız ve gereksiz şov projelerle iflasa sürükleyen gidişat ve israfı; “itibar” olarak devam ettirildi.
6-Üretim ve istihdamı arttırmak, vatandaşı iş ve aş sahibi yapmak yerine; güç sarhoşluğu içinde uyarıcı her sesi kısarak ve yoğun bir propaganda ile yönetmeye değil; güdülemeye devam edildi.
Bütün bunlara rağmen halk; “iki cami arasında bi namaz” kalmasına rağmen; hala “ağanın keyfi olana kadar” sabırlı olmaya çalışıyor. Bu koşullarda “ağanın” himmetine el açmak zorunda kalıyor. Sosyal devlet yerine sadaka devletine rıza gösteriyor.
Ve maalesef böylesi koşullarda sandığa gidip oy kullanıyor.
Bunun adı da demokrasi oluyor!
*****
Zaten hükümet de sadaka\himmet devleti var etmekle övünüyor. Çağdaş sosyal devletin köküne kibrit suyu döküyor; fakat Merd-i kıpti gibi, “sırhatını” açıklıyor. Bunu bile başarı olarak sunuyor!
Neymiş efendim; 2001 yılında muhtaç olan sayı; 1 milyon hane imiş. Bu sayıyı 2023 yılında 4 milyon 989 bin 546 haneye vardırmış. Yani 22 yılda muhtaç olan hane sayısını beş katına, muhtaç vatandaş sayısını yaklaşık (20x4 kişi hesabıyla) 20 milyona çıkartmış. Bunlara; sadaka gibi ve onur kırıcı şekilde verilen yardımla övünüyor. Utanılacak durum; başarı gibi gösteriliyor!
Normal toplumlarda sosyal piramit; aşağıdan yukarıya doğru halkın %20 ‘si yoksul, %60’ı orta ve %20’si de zengin sınıfı oluşturur. Milli gelirin\hasılanın %20’sini alan zenginler sınıfı; AKP Türkiye’sinde %60’ını alır olmuş. “Orta sınıf” denilen çoğunluk ise; aşağı düşüp “yoksul” sınıf ile birleşmiş; hepsi birlikte yoksulluk sınırının altında yaşamaya başlamıştır. İktidar; himmet ve kadercilik telkini ile toplumsal patlamanın önüne geçme marifetini gösteriyor.
Halkın çoğunluğunu muhtaç hale getiren iktidar; bununla övünüyor. Böylesi durum; dünyada bir ilk oluyor. Ve bir akademik inceleme konusu olmayı gerektiriyor.
İnsanları muhtaç hale getirmek; buna rağmen övünmek ve halkı buna inandırmak; “abra kadabra” illizyonuculığu olsa gerekir!
*****
2002 yılında gösterdiği nişan yüzüğünün tek serveti olduğunu söyleyen AKP Genel Başkanının devri yönetiminde; Türkiye milli gelirinin %65’i; nüfusun %1’ini oluşturan mutlu azınlığa verildi. Böylece iktidarın, 22 yıldan beri sadece “sermaya çıkarlarını, faizci ve dövizci ile rantçıyı koruduğu” ispat oldu. “5 koltuklu iktidar bürokratları” ile “çift maaşlı bürokrat bakanları; “kirli çıkarlar üzerine” bina edilmiş sistemi; aynı anda 40 TV kanalındaki propagandayla ak-pak olarak gösterebiliyor! “Ülkenin içine düştüğü yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, adam kayırmacılık, çıkarcılık, rüşvet, torpil, hukk önünde eşitsizlik, partizanlık, bütün işleri tek kişide toplayan despotluk, ve bunların sonucu olarak ekonomik ve sosyal kalkınmanın verimsizlik batağına saplanması”[1] hallerinden kendini sorumlu görmüyor. İhanet ettiklerini açıkladıkları İstanbul’da bile yeniden seçim kazanmak ve ihaneti daha da büyütmek seferberliğine çıkmıştır!
*****
Bir diğer övünme nedeni de Türkiye’yi -terörist, uyuşturucu kaçakçısı, işsiz-güçsüz yabancılar- ile doldurup vatandaşlık vererek güvenceye kavuşturmasıdır. Gazeteci Saygı Öztürk’e göre her gün Türkiye’ye bunlardan 1000-1200 kişi gelir. Devlette ve poliste kaydı olmaksızın büyük kentlere giderek sistem içinde kaybolur. “Güvenli evlere, cephaneliklere” sahip olur. Yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın başlattığı operasyonlarla bu gerçek ortaya çıkmış bulunuyor.
Zafer Partisi Genel Başkanına göre ise; IŞİD\DEAŞ, karargahını Türkiye’ye taşımıştır. Türkiye merkezli bu yapının cephe gerisi, Irak ve Suriye halini almıştır. Moskova’daki konser salonunu kana boyayan teröristlerin bu yapının Horasan kolu olduğu; en az ikisinin Türkiye’den gittiği anlaşılmıştır.
Yeni iç işleri Bakanı ile 1 Haziran 2023 ila 25 Mart 2024 arasında IŞİD’e yönelik 1329 operasyon gerçekleştirildi. Toplam 2919 şüpheli yakalandı. Bunların 692’si tutuklandı. 187’si hakkında adli süreç devam ediyor. Diğerleri için adli kontrol kararı verildi.
Bu gerçeklere rağmen iktidar partisi; sanki bütün bunlar başka iktidarlar zamanında olmuş gibi, operasyonlar bahanesiyle övünüyor! Sanki o suçlulara vatandaşlık veren, o yüzden arananların İnterpol veya arayan ülkelere iadesini imkansız hale getiren kendileri değillermiş gibi…
[1] Gazeteci Necati Zincirkıran