SABIR TAŞI ÇATLADI, SABIR DERESİ TAŞTI
SABIR TAŞI ÇATLADI, SABIR DERESİ TAŞTI
Erzincan İliç’te sabır taşı çatladı.
Sabır Deresi taştı.
Açgözlü ve jiyakatsız yönetcilerin açtığı yolla soyguncu bir şirket; doymaz iştihasına 9 işçiyi kurban etti!
Fay hattı üzerinde bulunan altın madeni işletmeciliği için devrin hükümeti ve ilgili bakanlarıyla (çevre ve iklim, çalışma, şehircilik vb) birlikte, yabancı bir maden şirketine işletme ruhsatı verdi. Bunun çok tehlikeli bir işletme olacağı bilindiği için; o şirketin maden çevresindeki köyler halkına rüşvet vermesini, köy muhtarlarını Kanada’ya turist gezisine götürmelerini görmezden geldi. Çıkarılacak altının yüzde doksan sekizinin yurt dışına götürülmesini kabul etti. Bu yetmiyormuş gibi; o şirketten vergi almak yerine 1.7 milyar vergi borcunu afetti. Arsenik içeren yıkama artığı topraktan 70 metre yükseklikte bir tepenin oluşmasını; bunun sel olup akacağını mahsurlu görmedi.
Ama doğa dayanamadı.
Tahammülü kalmadı.
Sabır taşı çatladı.
Yapay tepe toprağı sel olup Sabır Deresi’ne aktı.
Zehirli toprağın ve arsenikli havuz suyu, yeraltı sularınakarışarak Fırat yoluyla hayvanından insanına, tarlasından bitkisine kadar zehir taşımaya başladı.
Sell olup akan yapay tepe toprağı; altına aldığı dokuz kurbandan sonra, daha nicelerini de kurban alacağı olasılığını kör gözlere soktu.
Bu felakete yol açan sorumluların başından gelen Bakan (Murat Kurum) ise; hükümeti tarafından İstanbul Belediye Başkanı olarak aday yapılarak taltif edildi!
Toprakla derenin sabır taştı da, hükümet ile sorumlu bakanlarda bir kıl bile kıpırdamadı!
Halk; zaten “erenlerin hikmetinden sual edilmez” kaderciliğine inandırılmaya devam ediyor.
*****
PARTİ, İKTİDAR VE LAİKLİK
Enflasyonist yapının açlığa sürüklediği toplum; 11 ilimizde yaşanan deprem felaketinde olduğu gibi; İliç’de yaşanan felaket konusunda da demokratik bir tepki vermedi. Ya da veremiyor. Buna karşın hükümet eden siyasiler de -haklı olarak (!)- suçluluk duymuyor, istifa gibi bir onuru göstermiyor.
Bizle ise, hala böyle bir toplumu -demokratik toplum- olarak ifade ediyoruz!
Öyleyse; Cumhuriyet sisteminde bu siyasi partiler, laik ilke ve hükümet ne işe yarıyor?
Türkiye Cumhuriyeti; altı yüzyıllık bir imparatorluğun devamı ve onun batmasından ibret alarak kurulan bir devlettir. Hanedanlık yerine seçimle göreve gelen bir hükümeti ve şeriat sistemi yerine demokratik laik hukuk sistemini (şeriatını) esas aldı. Buna rağmen hala imparatorluğun sevabından değil, fakat günahından sorumlu tutuluyor. Bu nedenle yaşanmakta olan antidemokratik siyaset, haram saltanata ve hanedan anlayışa devleti feda ediyor.
Örneğin başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; kurtarıcı ve kurucu olan iradeyi oluşturan kadro; üç kıtaya yayılı imparatorluğun çakallar tarafından parçalanmasından büyük acı çekmiş yurtsever bir kadrodur. Cepheden cepheye koşarak kurtarmaya çalıştıkları Osmanlı Devleti’nin ancak Türkiye Devleti’ni oluşturan kadarını kurtarabilmiştir. Bu devletin de imparatorluğu batıran anlayıştan uzak olması için zamanın en ideal sistemini oluşturmuştur.
Bu sitem; özgür yurttaş ve eşit birey anlayışına dayanan demokratik laik Cumhuriyet sistemidir (yani şeriatıdır).
Kuşkusuz Cumhuriyet; boyacı küpü gibi bir yapı değildir. Yüzyıllarca bir padişahın kulu ve bir şeriatın –sistemin- reayası olagelen insanların öz güven kazanmaları; eşitlik ve yurttaşlık bilincine varmaları gerekirdi. Ancak o takdirde Cumhuriyet yönetiminin gerektirdiği seçme-seçilme hakkını kullanmanın anlamı olurdu.
Oysa krallık ve imparatorluklarda baş yönetici; toprağın da halkın da sahibidir. Yüce yaratıcının da yeryüzündeki temsilcisi olan hanedan sahibi kişidir.
Kral, ya da halife sultan; hem dünyevi hem uhrevi tek egemendir. Kullarını; kendisine bağlılığı oranında cennetlik olacaklarına inandırmıştır. Osmanlı hanedanı mensubu kral-padişah; aynı zamanda da halife olduğu için; mutlakıyetini teokratik olarak perçinlemiştir. Meşihat sistemiyle egemenliğini daimi kılmıştır. Çünkü “Meşihat” denilen teşkilat; günümüz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özendirmeye çalıştığı şeriat sisteminin işleticisidir. Din adamı görevi verilmiş elemanlarıyla imtiyazlı kılınmış. Askerlik ve vergiden muaf tutulmuş. Doğmakta olan çocuklarına maaş bile bağlanmıştır. Bu saltanatçı ulema da, velinimetine dini feda etmekte tereddüt etmemiş. Padişahın kulu ve kölesi olmanın dini zorunluk olduğunu bu nedenle halkı şükür etmeleri gereğine inandırarak velinimete hizmet etmiş. Saltanat yararına dini eğip bükmüştür.
İmparatorluğun hangi nedenlerle çöktüğünü gören bilen kurtarıcı ve kurucu kadro ise; ilk işin reayanın\sürünün, raiden\çobandan kurtarmak, özgüven kazandırmak gerektiğini kabul etmiş. İmparatorluktan arta kalan halkın; etnik ve dini kökeni ne olursa olsun; yeni devleti oluşturan millet-ulus olmasını sağlamak için; cumhuriyet ve laiklik ilkelerini önemsemiş. Padişah veya halifenin iradesi yerine, halkın kendi yöneticisini belirleme bilinç ve yetenek insiyatifine öncelik vermiştir.
Bilinç ve yetenek için olmazsa olmaz olan; egemen etkisinden uzak olarak karar verebilmek iradesinin gösterilmesidir. Çünkü egemen kimsenin; inançları dini otorite olarak kullanan yönetici olduğu görülmüştür. Öyleyse bir milleti oluşturacak halkın; birbirini inanç ve etnik nedenlerle ötelemeden; yurttaş olmak anlayışıyla barışçıl bir toplum oluşturmakta birleşmesi gerekirdi.
Öyle olması için de, devlet çağa göre yapılandırılmalıydı.
Cumhuriyet de bunu yapmıştır. Devrimler diye genellenen bir statü\yapı (sistem veya şeriat) kurmuştur. Önündeki en büyük engel olan bağnazlığı aşmak için laik ilkeyi esas almıştır. Her yurttaşın inandığı kutsal kitabını diliyle okuyup anlamasını, onunla ibadet etmesini kurallaştırmıştır. Dini hizmetlerin de, vatandaş ayırımı yapmadan yürütülmesi için Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur.
Böylece devletin memuru devletin vatandaşları arasında ayırımcılık yapamayacak; hizmet edecekti.
Yapıyor mu?
Yüzyıllar boyunca saltanatın nimetlerine alışmış olan saltanat uleması ve Meşihat artığı güruh; ilk günden itibaren Cumhuriyet yönetimine diş bilemiş. İktidar uğruna ve saltanat anlayışıyla her şeyi mübah gören siyasilerin sırt sıvamalarıyla da işi azıtmıştır!
*****
Çok partili sistemle birlikte siyasetçilerin ilk sermayesi; Laiklik ilkesini dinsizlik olarak göstermek olmuştur. Hanedan ve hilafet savunuculuğu adına dini istismar ederek geçinen kitle; bu uğurda Muhammedi tevhidi bölme pahasına günahkarlığını sürdürmüştür. Yeraltındaki sinsi düşmanlık; demokratik laik Cumhuriyetin sağladığı ortamda açığa çıkmıştır.
Bundan itibaren Anayasa dolanarak teokratik özlem; açıkça ifade edilmeye başlanmıştır. İlk örnek; “Kadıköy İlahiyat ve Kültür Telifleri Derneği”nin kurulmasıdır. Bunu, 11 Ekim 1951’de “İlim Yayma Cemiyeti” kuruluşu takip etmiş. ARAMCO finansörlüğünde hızla büyümüştür.
Ardından “İslami vakıf ve dernekler” mantar gibi çoğalmaya başladı: Rabıtat al-Alam al-İslam, İslam Tekafül Vakfı, İslami Kültür Vakfı, Türk Federasyonu, Bereket Vakfı, al Baraka ile Tekafül Finans bankaları vs kuruldu. Türkiye’nin siyasi ve ticari yaşamına artık yeşil Dolar ile nefti Riyal etkin ve özendirici olmaya; klasik takiyecilikle tarikatlar “sivil toplum örgütleri” olarak tanımlanmaya başlandı.
“Çağdaş uygarlık düzeyi” yerine; ortaçağa dönük yürüyüş, böylesi koşullarda ivme kazandı. Daha 1960 sonrasında Nurculuk yükselişe geçmişti. Fakat Nakşilik karşısında geri kalmıştır.
Çok partili süreçte birçok şeyh ve bey (feodalite) çocukları, feodal niteliklerle siyasi parti listelerinde TBMM’e taşınmaya başlandı. Zaten iktidar (CHP) partisinden ayrılıp yeni parti (DP) kuranlar; feodalitenin baş temsilcileriydi. Şeyh Selahaddin oğullarından Kamuran ve Abidin İnan, Kasım Kufralı, Şeyh Muhammed Masum oğlu Muhittin Mutlu, Şeyh Sait torunu Abdülmelik Fırat, Şeyh Ali es-Sebti torunu Ali Rıza Septioğlu, Şeyh Fetullah torunu Gıyasettin Emre vb laiklik karşıtı tarikatçı ile ağa olan kişilikler milletvekili oldular. İktidara yürümek isteyen siyasi partinin temel dayanağı; alenen din istismarı ve laiklik düşmanlığı oldu.
O kadar ileri gidildi ki; Türkiye’de darbeler döneminin başlamasına bile neden oldu. Ve maalesef her darbe; antilaik gelişmeyi biraz daha irileştirdi.
Böylesi gelişmeler içinde; Şeyh Halid-i Nakşibendi teo-stratejisi sürdürücülerinden Gümüşhanevi Dergahı eyleme geçti: Müritlerinden Prof. Necmeddin Erbakan; Şeyh Zahit Kotku’nun desturu ile 1 Temmuz 1966 tarihinde 5-15 beygir gücünde sulama motoru üretmek üzere Gümüş\Pancar Motor Fabrikasını kurdu. 1982’lerden sonra da o fabrika çalışanlarıyla birlikte Milli Nizam Parti\MNP’sini kurdu. Ancak bu parti 12 Mart 1971 askeri darbesi tarafından kapatıldı. Bunun üzerine Aydınlar Ocağı desteğindeki Adalet Partisi karşısında, Gümüşhanevi Dergahı açık desteğine daha da yaslandı. Kapatılan MNP yerine aynı cuntacıların isteğiyle 11 Ekim 1972‘de Milli Selamet Partisini\MSP kurdu. İcazet veren, yine Gümüşhanevi şeyhi Kotku idi.
1973 seçiminde Prof. Erbakan’ın MSP’si; %11.8 oy ve 48 milletvekili ile TBMM’e girdi. CHP ile ortak hükümet kurdu. Türkiye’de ilk kez İslamcı bir parti hükümet oldu. İlginç şekilde; 12 Mart darbesinin İstanbul sıkıyönetim komutanı –işkenceci olarak anılan- Emekli Org. Faik Türün’ü İçişleri Bakanı yapmak istedi. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in itirazı üzerine Oğuzhan Asiltürk’te karar kılındı. DSİ çalışanı ve mühendisi olarak Amerika’ya -teknik bilgi geliştirmeye- gönderilen ve orada Mormonlardan esinlenen; Ahmet Tevfik Paksu’ya getirttiği dini kitaplarla dindarlaşmaya ve para ile tarikat gücünü kavramaya başlayan; sonra da annesi ve eşi ile tarikata girerek Şey Zahit Kotku’dan himmet alan Korkut Özal “Tarım” bakanı oldu. Kendisinden önce İTÜ’den mezun olarak EİEİ’de çalışırken ABD’ye gönderilen ve AP Genel Başkanı Başbakan Süleyman Demirel tarafından 1967 yılında DPT müstaşarı yapılmış olan Turgut Özal’dan öne geçti.
Tarikatların Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi, devlet yönetiminde etkin olma süreçleri yeniden ve daha keskin olarak başlamış oldu.
Bir buçuk yaşında ve bir “proje” partisi iken girdiği ilk seçimle iktidara gelen AKP’nin FETÖ ile başlattığı ve diğer tarikatlar ile kol kola sürdürdüğü yürüyüş; nedensiz değildir. Yönetici zaaf ve eksikleri yüzünden yaşanan tüm olumsuzlukların “kader” olarak telkini; demokratik kültürün gelişmediğini kanıtıdır!
23 yıllık iktidar değişmezliği gibi, deprem kadar dramatik olan İliç felaketi de o kaderciliğin ürünü olarak sindiriliyor!