İSMAİL SAYGILI

İSMAİL SAYGILI

SIĞINMACININ GETİRDİĞİ SORUNLAR - 2

SIĞINMACININ GETİRDİĞİ SORUNLAR - 2

    1979 yılında Pakistan, I2430 kilometre sınırı olan komşu Afganistan ile arayı bozdu. Bölgenin lideri olmak istiyordu. 
    ABD ile iş birliği yaptı. SSCB’nin etkisine giren Afganistan’dan 4.5 milyon sığınmacı kabul etti. Bunlarla Afganistan’a nüfuz etmeyi hesaplıyordu. 
    1980 yılına gelindiğinde, büyük komşu Hindistan ile nükleer güç bakımından yarışa girdi.  Amerikan desteği ve CİA gözetiminde radikal İslam Savaşçıları olarak teröristleri örgütlemeye başladı. Pakistan istihbarat örgütü olan ISI; Amerikan parası ve silahları ile Suudi Arabistan gibi kimi Müslüman devletlerin eğitip donattı. Bunların en önemlisi, dünyanın en belalı El Kaide; bir canavar olarak Afganistan’a sürdü. 
    Bu canavarın zamanla kendisine dönecek bir bumergan olacağını düşünülmedi! Nitekim “Siyasal İslamcılık” ile Pakistan “medya ve toplumu” radikalleşti. Başta ordu olmak üzere bütün devlet kurumlarına yayıldı.
                         *****
    Pakistan mülteci uzmanı Cavit Sıddıki’ye göre Pakistan 30 yıl sonra sosyal yaşamının tehlike altında olduğunu anladığında; ay bacayı geçmişti.
    Sığınmacı kabul etmenin trajediyle sonlandığı ilk olay; Sümerlerin yaşadığı dramdır. Güneyden (Arabistan’dan) gelerek iş ve aş bulan sığınmacılar; bir süre sonra AKAD adlı devleti kurarak Sümer Devleti’nin sonunu getirmiştir.
    Benzeri durumu, günümüz Türkiye yaşamak üzeredir: Türkiye’yi yöneten iktidar, ABD’nin destekçisi olarak siyasal islamcı politikalarla BOP eş-başkanlığına soyunmuş. Türkiye’nin barışçıl dış politikasını terk ederek İslam dünyasının liderliği hesabı içine girmiş. Bunun için komşu Irak ile Suriye’nin iç işlerine karışmaya başlamış. Müslüman Kardeşler örgütünü Suriye’de iktidar ortağı yapmak, etkin hale getirmek için Suriye’ni silahlı muhalefetini topraklarında eğitip donatarak Suriye’ye saldı. IŞİD gibi selefi terörist örgütleri kolladı.
     “Kardeş” Esat bu uğurda düşman Esed ilan edilerek Suriye’de iç savaş başlatıldı. Çeşitli teröristlerin de içinde bulunduğu Suriyeli sığınmacılar yurda dolduruldu. Doğu ve Güney sınırla açık hale getirildi. Amerika ile işbirliği yaptığı için Afganistan’dan kaçanlara kapılar ardına kadar açıldı.
     Özellikle Suriyeli sığınmacılar için Türkiye, bir üreme merkezi haline getirildi.
     Ortadoğu’da sınırları yeniden çizmek üzere yola çıkmış olan ABD ve müttefiği AB ile askeri gücü NATO’yla birlikte Türk hükümetinin sırtını sıvazlayarak sığınmacıları kendilerinden uzak tuttu.  Nitekim AB, bu amaçla Türkiye ile iki ayrı sözleşme imzaladı. Birincisi, 16Aralık 2013 tarihli “Sığınmacıları Geri Kabul” antlaşmasıdır. Diğeri; 20 Mart 2016 tarihli “Düzensiz Göçmenleri Geri kabul” antlaşmasıdır.  
                     *****
     Amerika ve Kanada ile 28 AB ülkesinin kabul ettiği Suriyeli sığınmacı sayısı toplamı; 1.5 milyon kadardır. Türkiye’deki sayı ise; resmi bilgilere göre 4.5 milyondur. Gerçekteyse 8-9 milyon olduğu hesaplanmaktadır. Buna Afganistan’dan gelenlerin eklenmesiyle rakam 10 milyonu bulmaktadır. Buna Filistin ile Lübnan’dan ve 15 yaşından küçük 50 yaşından büyük 2.5 milyon Iraklı için imzalanmış sözleşme sonucu geleceklerle daha da büyüyecektir. Göç İdaresi verilerine göre Türkiye, 60 ayrı milletin sığınmacılarının bulunduğu bir depo halindedir. 
     28 AB ülkelerinde bulunan Suriyeli sığınmacılar şöyledir: Almanya 532 bin, İsveç 114 bin, Avusturya 53 bin, Yunanistan 36 bin, Hollanda 33 bin, Danimarka 20 bin, Fransa 19 bin, Bulgaristan 18 bin, ABD 33 bin, Kanada 54 bin sığınmacıyı seçerek kabul etmiştir. 
       İyi ama bu sorun kendiliğinden mi ortaya çıktı?
       Yukarıda görüldüğü gibi, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin kılı kırk yararak yaklaştığı sığınmacı kabulüne Türkiye neden bulunmaz Hint kumaşıymış gibi sarıldı?
       Kuşkusuz bu işin temelinde siyasi iktidarın şuur altındaki habis düşünce veya amaç vardır.
       Bir ABD projesi olarak kurulduğu ispat edilerek yazılıp çizilen iktidar partisi; daha birinci yaşındayken ne amaç peşinde olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla tescil edilmişti. Buna göre irticanın merkezi ve kapatılması gerekli görülmüş. Ancak nitelikli çoğunluk sağlanamadığından Hazine yardımının kesilmesi ile cezalandırılmıştı.
      Kurucu Genel Başkan da olan Recep T. Erdoğan; “demokrasi bir tramvaydır; binersin, varmak istediğin istasyonda inersin” diyerek siyasi hedefinin altını çizmişti. 
      Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa kararlarını “saygı duymuyorum” diyerek uygulamayan 22 yıllık iktidarın sahibi; Suriye sığınmacılarına deşifre olmuş amacı nedeniyle dört elle sarıldığı ortaya çıkmıştır. Zira bunlar, Afganistan’dan gelenlerle birlikte “siyasal İslam” ve “İhvan” anlayışta olanlardır. Türkiye nüfus demografisini değiştirecek ölçüde etkin hale getirildi. Olası son adımda dayanılacak güç olacaktır!
     Başta lider olmak üzere iktidar partisinin çoğunluğu, İmam Hatip öğrenimlidirler. En iyi bildikleri Emevi İslam tarihidir. Hz. Peygamber’i doğup büyüdüğü topraklardan sürgün eden, sonra kerhen Müslüman olan, peygamberden otuz yıl sonra O’nun makamına ve halifesi olarak oturup saltanat kuran “müşrik Mekke” liderinin öğretisidir. İslam Devleti’nin Şam Valisi olarak isyan eden, savaş başlatan, devletin barışçı davranışından yararlanıp Hakem olayı ile Halifeliği ele geçiren Muaviye taktiği pratiğe geçirmektedir.
     Nitekim yıllarca gönül gönüle işbirliği yaparak “Hoca Efendi” ile aynı yağmurdan ıslanarak aynı menzile yürümüş. Laik Cumhuriyet kazanımlarını birer birer yok etmiş. Cumhuriyetin zinde güçlerini “kumpas davalar” ile itibarsızlaştırmış. Sonuçta kimin Humeyni gibi lider olacağı kaygısıyla ikilem içine düşülmüş. FETÖ hain darbesine olanak verilerek “Allah’ın lütfu” elde edilmiş. Olağanüstü hal koşullarında yüzyıllık hükümet şekli değiştirilmiş. KHK ile TBMM baypas edilmiş. Demokratik rejimin kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırılarak bütün yetkiler tek elde toplatılmış. Fiili bir “tek adam” statüsü yaratılmış...
          An itibarıyla darbe yönetimlerinin tepedenci anlayışı uygulanıyor. Muaviye’nin devletin bütün makamlar, nepotist şekilde yandaşlarına vermesi gibi. Ulusal maddi varlık yandaş müteahhit ve vakıflara akıtılmış. Türkiye Cumhuriyeti adeta “dar’ül harp” ilan edilerek halk enflasyon canavarına ezdirilerek edilgin hale getirilmiş…
       Yapılanlar, yapılmak istenilenin habercisidir.
       . Cumhurbaşkanlık sorumsuzluğuyla Başbakanlık işlevi ifa ediliyor.
       . Demokrasilerin olmazsa olmazı olan muhalefet, adam yerine konmuyor.
       . Adalet mekanizması; muhalif seslerin kısılması ile hak ve özgürlüklerin budanması kamçısı  
         halinde uygulanıyor. Ağzını açan devasa tazminat davalarıyla sindiriliyor.
      . 80 Anayasası 97 kez değiştirilerek kendi yasası haline getirildi. Ama “sivil Anayasa” stratejisiyle  
        yeni bir ipli hamur ortaya atılarak iyi niyetler avlanmaya çalışılıyor! Bugüne değin Anayasa ve  
        AİHİM kararlarına uygulamayan zihniyet ile yeni bir düzenlemeyi toplumu zorlanıyor.
      . Enflasyon ve işsizlik sorunu nedeniyle ahlakı değerlerini yitirme noktasına gelen halkın içine  
        çıkamaz hale gelmişken; “3. Açılım” ve “Sivil Anayasa” tartışmaları açarak gündem değiştiriliyor.
     Ve maalesef; her şeye rağmen ahlaki ve demokratik değerler ile yurtsever duyguları yitirmemek için sabırla direnenler, ahmak ve kör yerine konuluyor.
      Adeta sabır taşı çatılmak isteniyor.
      Çünkü kaos olmadan son adımın atılamayacağı hesabı yapılmaktadır!

<