SOVYET PUTİN’İNDEN RUSYA PUTİN’İNE VE 15’İN DİYETİ
1989 yılına kadar Türkiye, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile korkutulurdu. “Kominizm bu kış gelecek” veya “bu yaz gelecek” diye bir paranoya yaratılırdı. Özellikle sağ partiler, bu durumu ellerinde rakiplerini sindirecek bir öcü olarak ifade ederdi.
Seçim siyaseti bunun üzerine inşa edilirdi.
1980 öncesindeki sol-sağ çekişmesinin kardeş kardeşi vurma noktasına ulaşmasının nedeni de, ne yazık ki bu idi!
NATO güdümlü anti Sovyet politikalarının ve “soğuk sava” koşullarının getirdiği nokta; Türkiye’ye üç askeri müdahaleye, demokrasinin kesintiye uğramasına ve enerji kaybına mal oldu!
Gösterilen o öcü; SSCB’nin temsil ettiği Kominizm ve istihbarat örgütü olan KGBB idi. ABD’nin istihbarat örgütü olan CİA ne kadar dost idiyse, komşu Rusya’nın KGBB’si de o kadar düşman gösteriliyordu.
Zaten NATO’ya girildiği 1952’den beri CİA; Türkiye’nin “derin” unsuru olmaya başlamış. Kontrgerilla haliyle de “cihan”da yaptığı gibi, “yurtta” da “Türkiye’nin “sulh” ilkesini yerle bir etmişti.
O zamanki KGB’nin başında; Putin vardı.
Aynı Putin; Kominizm geldi, gelecek” paranoyası yaratan Türk “sağı”nın bugünkü vazgeçilmeyen koruyucu ve kurtarıcı Putin’i olmuş durumdadır.
Çünkü Putin; ABD seçimlerinden son Türkiye seçimine kadar, kazandıran unsur haline gelmiştir.
Demek ki siyasi yöneticiler için şahsi çıkarlarına göre aynı kimlik, konjonktürel olarak dost iken düşman; düşman iken dost gösterilebiliniyor!
Ne yazık ki bu durum; vatan, millet adınaymış gibi halka pazarlanıyor.
******
Türkiye’de bugün, 130 kadar siyasi parti vardır. 1946’da çok partili hayata geçtildikten sonra partiler enflasyonunu gerçekleşti. Ki bu durum uzlaşma kültürünün olmadığının göstergesidir.
Oysa demokrasinin çeşitli niteliklerinin bir önemlisi de uzlaşmadır.
Söcüklere günah yüklemekte mahir olan Türk siyasiler; “millet-ulus” sözcüklerinde olduğu gibi; “uzlaşma” ile “konsesüs” sözcükleri arasında da ikilem yaratmayı başardılar: O nedenle demokratik uzlaşma kültürün göstergesi olan “koalisyon” sistemi günah keçisi yapıldı. Sonunda bir ucube sistemi var edildi.
Artık parlamento, yasama yetkisini KHK’lere bıraktı. Ve TBMM, çoğunluğun azınlığı ezdiği köy meydanı durumuna düşürüldü.
Bu dramatik gidiş sürecinde, çöldeki vaha gibi bir yapı umudu doğdu. CHP’deki her kabına sığmayanların ayrılıp parti kurmanın tersine; MHP’de kapı dışı edilenler de bir parti kurdular. Fakat koalisyonu kötüleyerek sistem değiştiren iktidar birliği; yeni kurulan İYİ partiyi yaşatmamak kararı aldı. İyi Part yöneticileri de 2018 yılında, devleti ve demokratik rejimi kuran partinin (CHP) kapısını çaldılar. 115 milletvekili” desteği alıp TBMM’de grup kurarak seçime girmeye hak kazandılar.
Bu hak, dayatmacı ve yok edici bir iktidar ortaklarına verilen bir cevap oldu. “Millet İttifakı-Altılı Masa” kurulmasına gidişin de yolunu açtı.
Sonraki süreçte; Ekmelettin ve İnce’yi Cumhurbaşkanı adayı göstermekle uzlaşma arayışı içindeki CHP ile kurulan “ikili ittifakı” ile girildiği yerel seçimlerde başarı elde edildi. Bu başarının genel seçimde de tekrarlanması için, ikili uzlaşma, “altılı uzlaşma=milet ittifakı” şeklini aldı. Ve “Halil İbrahim Sofrası” kurulduğu ilan edilerek bütün muhalefetin işbirliği yapması ve böylece kronik iktidar ortaklarından kurtulmak umudunu yarattılar.
Nitekim başta FETÖ, sonra MHP ile gayri resmi koalisyon kuran iktidar partisi; altılıya karşı beşli ittifak kurmak zorunda kaldı. Yıllarca ilişki içinde olduğu bölücü terör örgütünün altılı ittifakla işbirliği iftirasını yaydı. Kendisi de en az bölücü örgüt kadar bölücü ve tehlikeli olan IŞİD iltisaklılarıyla ittifak kurdu.
Millet İttifakı’nın yarattığı yapılanma; Türk demokrasisi ve uzlaşma kültürü için büyük yankı yarattı. Alkışlandı da. Fakat “uzlaşma” sermayesiyle ayağa kalkan İyi Parti; eski hastalıkların nüks etmesi yüzünden adeta kendini inkara yöneldi. İç hesaplar nedeniyle kafası karıştı. “6’lı Masa” kurucusu partinin belediye başkanlarını genel başkanı karşısına dikerek seçim gününe kadar “kazanacak aday” adayı aramaya başladı.
“Altılı Masa” aktörlerinin oybirliğiyle aldığı kararı; “dayatma” olarak ilan edip masadan kalkan İyi Parti Genel Başkanı, yaratılan umutları bir anda yok ediverdi. Kazanılmasına ramak kalan Cumhurbaşkanlık seçimini, sandığa gitmeden kaybedilmesinin taşlarını döşemiş oldu. O nedenle seçim propaganda sürecindeki emekleri, inandırıcı bulunmadı. Hem parti olarak kendisi oy kaybetti. Hem kurdukları “Altılı Masa” adayına kaybettirdi.
Ertelenmiş Genel kurulunda ise; seçim öncesi masadan kalkmanın nedenlerini itiraf edercesine, centilmenlik dışı ve nankörlük denilecek bir ifadeyle; “diyet ödemek” ajitasyonu ile genel başkanlığını sağlamlaştırdı.
Ömrümüz olursa bekleyip göreceğiz.
Bakalım “Mevla neyler, neylerse güzel eyler.”